Paylaşım platformu
  Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Ders Notları
 
I. ÜNİTE: 20. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA

A) I. DÜNYA SAVAŞI (1914–1918)
Birinci Dünya Savaşı 1914 Haziranı’nda Avusturya-Macaristan taht adayının Bosna’da öldürülmesi üzerine Üçlü İtilaf Devletleri ile Üçlü antlaşma (İttifak) devletleri arasında başladı. İlk aylarda bir Avrupa Savaşı gibi görünse de, Ekim sonunda Türklerin savaşa katılmaları ile Asya ve Afrika kıtalarına da bulaşmış oldu. 1917’de Amerika’nın savaşa katılması ile de bir dünya savaşı haline geldi. Bir yıl sonra da İttifak (antlaşma) devletlerinin, İtilaf (uzlaşma) devletlerine yenilgisi ile son buldu.

1) SAVAŞIN SEBEPLERİ

1. Fransız İhtilali’nin doğurduğu Milliyetçilik akımı
I. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’da irili ufaklı 20 devlet yer alıyordu. Bunlar arasında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Rus Çarlığı ulusal karakterden yoksundu. Avusturya İmparatorluğu’nda Avusturyalılardan başka Macarlar, Slovaklar, Lehler, Çekler, Sırplar, Hırvatlar ve bir kısımda olsa İtalyanlar bulunmakta idi. Rus İmparatorluğu ise Türkler, Lehliler, Finlandiyalılar, Ermeniler, Gürcüler ve Yahudiler vardı. Kendilerini Avusturya ve Ruslara yabancı gören bu topluluklarda da ulusal devlet kavramı önem kazanmış ve dolayısıyla bağımsızlık fikri gelişmiş bulunuyordu.

2. Aşırı Ulusçuluk (Üstün ırk olduğu düşüncesi-Faşizm)
Almanya, Germen ırkını ve kültürünü her şeyin üstünde gördüğü ve tuttuğu için kendisini üstün millet ilan etmekte bir sakınca görmüyordu. Bundan ötürüde Almanya’nın dünyaya hakim olması siyaseti icat edildi.
Rusya, Almanya’dan geri kalmak niyetinde değildi. Rusya’da Slav ırkının üstünlüğü üzerine politika geliştirmeye başladı.
İngiltere’de, Anglo-Sakson ırkının üstünlüğü ortaya attı.
Fransızlar ise, Almanlardan öç alma, Hıristiyanlığı savunma ve yayma gibi fikirler geliştirdiler.
Bu dört büyük devlet yanında İtalya ve Balkan devletlerinde her biri de kendisinin üstün ırk olduğuna inanmaya ve aşırı ulusçuluk (faşizm) fikrini savunmaya başladı.

3. Sömürgecilik yarışı – Ekonomik rekabet
Almanya ve İtalya’nın 1870’de ortaya çıkması ve bu devletlerin Fransa ve İngiltere ile sömürge kapma yarışına girmeleri

4. Fransa ile Almanya arasındaki ekonomik rekabet
Fransa’nın, Almanya’ya 1871 Sedan Savaşı’nda kaptırdığı Alsas-Loren’i geri almak istemesi.

5. Avusturya-Macaristan veliahdının bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi.

6. Bloklaşma
İttifak (Anlaşma) İtilaf (Uzlaşma)
Rusya – İngiltere - Fransa Avusturya-Macaristan - İtalya – Almanya

7. Bloklaşmaya bağlı olarak silahlanma yarışı

2) 1914: SAVAŞIN ÇIKIŞI VE DURUMU
* Avusturya-Macaristan Osmanlı’daki 31 Mart Olayından yararlanarak Bosna-Hersek’i ilhak etmişti. Bu ilhak Sırbistan ve Bosna Hersek’te yaşayan Sırplarda büyük tepki uyandırdı.

* 1914 yılında Avusturya, büyük Sırbistan’ı kurmak isteyen ve Ruslardan yardım alan Sırplara gücünü göstermek amacıyla bir askeri tatbikat yapmaya karar verir. Bu askeri harekâta Avusturya-Macaristan veliahdı Ferdinand da katılır. Fakat Ferdinand ve eşi 28 Haziran 1914 günü Princip adlı bir Sırp militan tarafından öldürüldü.

* Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Sırplara ağır darbe vurmak için suikast olayını bir fırsat olarak kabul etti.

* Avusturya-Macaristan Sırplara savaş açarsa Ruslarında kendilerine savaş açacağını biliyordu. Bu amaçla savaş genişlerse Almanya’nın yanında savaşa girip girmeyeceğini sordu. Ve eğer savaş genişlerse Avusturya-Macaristan’ın yanında savaşa gireceğini bildirdi.

* Bunun üzerine Avusturya-Macaristan 23 Temmuz 1914’te Sırplara nota vererek katillerin teslim edilmesini istedi. Sırplar bu ara Rusya’nın desteğini aldı. Ve Avusturya-Macaristan’ın isteklerinin kabul edilmeyeceğini açıkladı. (Bunun üzerine Avusturya-Macaristan, Sırplar ve Ruslar seferberlik ilan eder. Seferberlik: Savaş hazırlığı.)

* İngiltere bu ara devreye girer. Yeni bir savaşın çıkarlarına uygun olmadığı için sorunların ikili ilişkiler ile çözülmesi için konferans toplamaya çalışır ancak başarılı olamaz.

* Avusturya-Macaristan isteklerinin karşılanmaması üzerine 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’ın başkenti Belgrat’ı bombalar ve savaş başlar. Bu durum üzerine Rusya savaş hazırlığına başladı. Ancak Almanya hazırlığı durdurması için Rusya’yı uyardı. Rusya hazırlığı kesmeyince Almanya 1 Ağustos 1914’te Rusya’ya savaş açtı.

* Bu arada Almanya Fransa’ya savaşta tarafsız kalır mısın diye sorar ancak Fransa da kesin cevap vermeyip savaş hazırlığına başlayınca Almanya 3 Ağustos’ta Fransa’ya da savaş açar.

* Almanya, komşusu Belçika’dan topraklarından geçmek için izin istedi.(Rusya’ya saldırmak için) Belçika, İngiltere’ye danıştıktan sonra bu talebi reddetti. Ve Almanya 4 Ağustos’ta Belçika’ya savaş açtı.

* Almanların Belçika’ya savaş açması İngilizleri korkuttu. Almanya’nın Belçika’ya saldırması İngilizlerin 4 Ağustos’ta Almanya’ya savaş açmasına neden oldu. 8 Ağustos’ta Avusturya-Macaristan Rusya’ya savaş açtı.

* Japonya, Almanya’nın Uzakdoğu sömürgelerini ele geçirmek için İngiltere’nin de desteğini alarak Almanya’ya savaş açtı, ve Kasım 1914’e kadar Almanya’nın Uzakdoğu’daki sömürgelerini ele geçirdi. Ve bu tarihten sonra İtilaf Devletlerine yardım etmeye başladı.

3) OSMANLI DEVLETİ’NİN SAVAŞ GİRMESİ VE SEBEPLERİ
* Trablusgarp ve Balkan Savaşlarından yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin büyük toprak kaybetmesi, savaşlar sonucunda ordunun zayıflığı ve diplomaside yetersizliği ortaya çıktı. (Siyasi yalnızlık) Osmanlı denge politikasını dahi uygulayamaz.

* Osmanlı – Alman yakınlaşması (Ordunun yetersizliği yenilenmesini gerektirmişti. Bunun üzerine Osmanlı Alman ordusundan yararlanma yoluna gitti. Bu da Osmanlı-Alman yakınlaşmasını sağladı.

* Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek’i ilhakı, Trablusgarp Savaşı’nda İtalya’nın burayı ele geçirmesine Almanya ses çıkarmaz. Bu da Osmanlı’nın İttifak grubuna güvenmemesine neden oldu. Bunun üzerine Osmanlı Almanya’dan uzaklaşır ve İtilaf grubuna yakınlaşmak ister. İngiltere’ye teklifte bulunur ancak İngiltere tarafından kabul edilmez.

* Osmanlı daha sonra Fransa’ya teklifte bulunur, ancak Fransa da olumlu cevap vermez. Ve Osmanlı Almanya’nın kucağına itilir. Ve 2 Ağustos 1914’te Almanya ile ittifak yapıldı.

* Aslında Osmanlı savaşa taraf değildi. Savaş ilk çıktığında tarafsız kaldı. Tarafsız kalmak için de bazı şartlar ileri sürdü.
& Kapitülasyonların kaldırılması
& Ege adalarının iade edilmesi
& Mısır meselesinin çözümlenmesi

* Bu şartlar İngiltere tarafından kabul edilmez buna ek olarak Almanya’nın Osmanlı’ya baskısı sonucu Osmanlı savaşa katılmaya mecbur oldu.
* İki Alman gemisinin İngilizlerden kaçarak Osmanlı’ya sığınması ve Osmanlı’nın bu gemileri donanmasına katması Osmanlı’yı savaşa iyice yaklaştırır.

* Osmanlı Devleti bu ara ekonomisinin kötü olmasını bahane ederek Almanya’ya savaşa giremeyeceğini belirtti. Ancak Almanya kendi yükünü hafifletmek için Osmanlı’nın savaşa girmesini istemekte idi. Ve bu amaçla Osmanlı’ya para yardımı yaptı.


* Bunun üzerine Osmanlı Devleti kendisine sığınmış iki gemiye Türk bayrağı çeker ve bu gemiler Karadeniz’de Rus limanlarını bombalar. 2 Kasım 1914. Bunun üzerine 5 Kasım1914’te İngiltere-Fransa-Rusya Osmanlı’ya savaş açar. 12 Kasım 1914’te Osmanlı bu devletlere savaş açar.



) OSMANLI DEVLETİ’NİN SAVAŞA GİRMESİNİN DOĞURDUĞU SONUÇLAR
  • Savaş daha geniş bir alana yayıldı. Savaş ilk başladığında bir Avrupa savaşı görünümünde idi; ancak Osmanlı’nın savaşa girmesi ile savaş Asya ve Afrika kıtalarına da sıçramış oldu.
  • Savaşın süresi uzadı. Çanakkale Savaşı’nın Osmanlı tarafından kazanılması savaşın süresini iki yıl daha uzatacak, Bulgaristan’ın savaşa girmesine neden olacak.
  • Almanların Almanya’daki yükü hafifledi. Cephe sayısının Almanların işine yaradı.
  • Çanakkale Savaşı’nın kazanılması Rusya’ya yapılacak yardımında önüne geçti.
  • Osmanlı Devleti’nin savaşa katılması İttifak devletleri için büyük bir avantaj oldu. Almanya İtilaf devletlerinin çemberi içine alınmaktan kurtuldu. Rusya, kuvvetlerinin bir kısmını doğuya kaydırdığından Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın savaş yükü hafifledi.
  • Almanya, Süveyş Kanalını ele geçirmek ve İngiltere’nin Hindistan sömürge yolunu kesme fırsatını buldu.
  • İttifak Devletleri, padişahın aynı zamanda halife olmasından yararlanarak İngiltere ve Fransa’nın sömürgelerindeki Müslümanların ayaklanabileceği ve böylece bu devletlere karşı güçlük çıkarabilecekleri ümidine kapıldı.
  • Osmanlı Devleti’nde sınırlarını genişletme düşüncesinin uyanmasına sebep oldu.
  • Osmanlı Devleti’nin katılımı ile savaş dini özellik kazandı. (Kutsal cihat çağrısı-ama etkili olmadı)Halifelik yetkisi ilk kullanıldı.
B) 1915 YILI
1) Osmanlı Devletinin Cephe Durumu
Gerek Almanya ve gerek Osmanlı Devleti, savaşa katılırken, Rusya ile İngiliz İmparatorluğu içindeki Müslümanları ayaklandırmanın bu iki devlete büyük gaileler çıkaracağını ümit etmişlerdi. Çünkü Osmanlı Padişahının Halife'lik sıfatı ve bu sıfatla Müslümanlık âleminin dinsel lideri olması dolayısıyla, Cihad-ı Mukaddes ilan edildiği takdirde, bütün Müslümanlığın Hıristiyanlara karşı ayaklanacağı sanılıyordu. Gerçekten Şeyhülislam 23 Kasım 1914 de Cihad-ı Mukaddes ilan ederek, Kırım, Türkistan, Hindistan, Afganistan ve Afrika Müslümanlarını Hıristiyan milletler olan İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı savaşa davet etti. Lakin bundan hiçbir sonuç çıkmadı. Irak’ta Türk askeri sadece İngiliz kurşunu ile değil, Müslüman Arabın kurşunu ile de çölde şehit düşecektir. Çanakkale'de kanlarını ve hayatlarını verenler Hind Müslümanları ise, Irak ve Mısır cephelerinde Halifenin Müslüman-Türk askerine karşı çarpışmakta tereddüt göstermeyecektir. Osmanlı Devletinin Almanlarla birlikte yaptığı savaş planının esasları şöyleydi:
1) Doğu Anadolu ve Kafkasya üzerinden Rusya’ya bir darbe vurmak. Cihad-ı Mukaddes sebebiyle, bu cephede Kafkasya ve Orta Asya Türklerinin ayaklanmasına güvenilmişti.
2) İngiltere'nin ana imparatorluk yolunu kesmek için Süveyş Kanalına ve Mısır'a karşı harekete geçmek. Bu cephede de Trablusgarp ve Sudan Müslümanlarına güvenilmekteydi.
3) Ege ve Akdeniz'de İngiliz ve Fransız donanmaları egemen olduğundan, Çanakkale’yi korumak için Trakya’da önemli bir kuvvet bırakılması. Bu Türk-Alman planına karşılık, İngiltere de Osmanlı Devletini hassas noktalarından vurmak için ilk önce Güney Irak’ta ve ondan sonra da Çanakkale’de iki cephe açınca, Osmanlı Devleti daha savaşın başında dört cephede savaşmak zorunda kaldı. Daha sonraları cephelerin sayısı artacaktır.

Kafkasya Cephesi: Güney Kafkasya ve Kuzey İran'a girip Rusların arkasını çevirmek için, Başkomutan Enver Paşa, 20 Aralık 1914 de, 150.000 kişilik bir Türk kuvvetine Sarıkamış istikametinde taarruz emri verdi. Bu cephede Rusya'nın da 160.000 kişilik bir kuvveti bulunuyordu. Bu taarruz 22 Aralık 1914'den 19 Ocak 1915'e kadar devam ettiyse de, yüksek dağlar, yolsuzluk, soğuk, açlık ve tifüs sebebiyle Türk kuvvetleri 90.000 kişilik bir kayıp vermesine rağmen, Rus cephesinin arkasına düşemedi ve plan gerçekleşemedi. Ruslar da birşey yapamamakla beraber, güneye sarkarak Van bölgesine uzandılar. Doğu cephesinde faaliyet, Çanakkale teşebbüsünün başarısızlığı sebebiyle, Rusların 1916 yılı başından itibaren taarruza geçmesiyle başlamıştır. 1916 Şubatında Ruslar Erzurum'u, Nisanda Trabzon'u, Temmuzda da Erzincan ve Muş'u düşürdüler. Doğu cephesinde Türk-Alman planı suya düşmüş oluyordu.

Kanal Cephesi: Bu cepheye verilen önem dolayısıyla Cemal Paşa 1915 Şubatında Kanal'ı geçmek için iki teşebbüs yaptı ise de, demiryolu ulaşımı olmaması ve iyi bir su ikmali yapılmadıkça çölü aşmanın mümkün olmayacağını gördü. Çanakkale savaşları dolayısıyla bir kısım kuvvetin bu cepheden alınması ve İngilizlerin de Çanakkale'ye önem vermeleri sebebiyle, 1915 yılında bu cephede önemli bir gelişme olmadı.

Irak Cephesi: Bu cephe, iki amaçla İngilizler tarafından açılmıştır. Biri, Abadan petrollerini korumak, ikincisi de kuzeye çıkıp Ruslarla birleşerek, Türk kuvvetlerinin İran'a girip Hindistan'ı tehdit etmesini önlemekti. İngiltere 1914 Kasımında Hindistan'dan getirdiği kuvvetleri Basra’ya çıkardı ve kuzeye ilerledi. 1915 Eylülünde İngilizler, Bağdat'ın 160 kilometre güneyindeki Kut-el-Amara'ya girdiler. Lakin Türk kuvvetleri biraz kuzeyde Selmanı Pak'da kuvvetli bir savunma kurmuşlardı. Kasım ayında burada İngilizlerin yaptıkları taarruz kendilerine çok pahalıya mal oldu ve kuvvetlerinin üçte birini kaybeden İngilizler, yılın sonunda tekrar Kut üzerine çekildiler.



Çanakkale Savaşları: Müttefiklerin Çanakkale Boğazına karşı teşebbüsleri daha 1914 Ağustosundan itibaren bahis konusu olmuş, lakin Osmanlı Devleti henüz tarafsız olduğu için bu mesele üzerinde fazla durulmamıştı. Osmanlı Devleti savaşa katıldıktan sonra ise, yapılacak askeri bir teşebbüsle Boğazların ele geçirilmesi tasarısı daha ciddiyetle ele alındı. Bu fikrin şampiyonu, İngiliz Bahriye Bakanı Winston Churchill idi ve ona göre Çanakkale Boğazı donanma ile zorlanırsa, Boğazları ve İstanbul'u ele geçirmek mümkün olurdu. Askerler bu fikre katılmamakla beraber ve Boğazların işgali için muhakkak asker çıkarmak gerekeceğine inanmalarına rağmen, Churchill fikrini kabineye ve askerlere kabul ettirmeye muvaffak oldu. Çanakkale teşebbüsünün gayesi şu noktalarda toplanmaktaydı:
1) Boğazlar ve İstanbul Müttefiklerin eline geçerse, Osmanlı Devleti için barışı kabullenmekten başka çare kalmaz ve bu suretle Osmanlı İmparatorluğunun açmış olduğu ve Müttefiklerin açtığı bütün cepheler tasfiye edilmiş olurdu.
2) Boğazlar ele geçirilirse Rusya ile yakın temas kurulmuş olur, Rusya’ya silah ve malzeme sevki
ve Rusya'nın da buğdayından faydalanma sağlanmış olurdu.
3) Osmanlı Devletinin savaştan çekilmesi ve Müttefiklerin Boğazlara yerleşmeleri, henüz savaşa katılmamış diğer Balkan devletleri üzerinde de etki yapar ve bu devletler Merkezi Devletler safında savaşa katılmaya cesaret edemezlerdi. Bu amaçlarla ortak bir İngiliz-Fransız donanması, 19 Şubat 1915'ten itibaren, dış denizden, Çanakkale Boğazının iki tarafındaki Türk tabyalarını bombardımana başladılar. Zaman zaman çok şiddetli olan bu bombardımanlar 18 Marta kadar devam etti. Nihayet, 18 Mart 1915 günü, havanın güneşli, rüzgârsız ve denizin sakin olduğu bir sırada müttefik donanması Çanakkale Boğazına girerek, boğazı geçme teşebbüsünde bulundu. Lakin bu teşebbüs bir felaket oldu. Boğazı geçme teşebbüsü sabah 10.45 de başlamıştı. Akşam güneş batarken 7 müttefik gemisi Boğazın sularına gömülmüş bulunuyordu. Bu durum karşısında müttefik donanması geri çekilmek zorunda kaldı. Müttefiklerin bu başarısızlığı bütün dünyada büyük yankı uyandırdı. Olay müttefiklerin prestijine bir darbe idi. Bunun, tarafsız devletlerle bütün Müslüman âleminde geniş politik etkileri olabilirdi. Bu sebeple Müttefikler işi sonuna kadar götürmeye karar verdiler ve Nisan ayı sonlarına doğru 70.000 kişilik bir İngiliz-Fransız kuvveti Gelibolu yarımadasının güney burnundaki plajlara çıkarılmaya başlandı. Gelibolu yarımadasını işgal etmek suretiyle Çanakkale boğazına hakim olunmak isteniyordu. Gelibolu yarımadasında Türk Askeri istilacı kuvvetlere karşı son derece şiddetli bir mukavemet gösterdi. Müttefikler bunu hiç beklemiyorlardı. Türk Askeri istilacı kuvvetleri denize atamadı, fakat düşman da iki buçuk ayda ancak 3 kilometre ilerleyebildi. Çok kanlı muharebeler oldu. Müttefikler güneyden ilerlemeyeceklerini görünce, 6 Ağustostan itibaren, Gelibolu yarımadasının batı kıyılarındaki Suvla plajlarına yeni kuvvetler çıkardılar. Ağustos ayı Çanakkale muharebelerinin en şiddetli safhasını teşkil eder. İlerlemeye çalışan düşman kuvvetleri ile Mustafa Kemal'in komutanı bulunduğu Anafartalar Grubu arasında çok kanlı muharebeler oldu ve düşman yine ilerleyemedi. Müttefik kuvvetleri Anafartalar’da üç hafta içinde 40.000 kişi kaybetti. Müttefikler bu sefer de muvaffak olamayınca ve devamlı olarak asker kaybetmeye başlayınca, bu teşebbüsten vazgeçtiler ve Aralık ayından itibaren çekilmeye başladılar. Müttefikler ölü ve yaralı olarak 250.000 kişi kaybetmişlerdi. Çanakkale muhabereleri aynı zamanda 250.000 Türk Erine de mal oldu. Fakat Boğazlar da düşmana verilmemişti. Çanakkale ruhu Milli Mücadele ruhunun başlangıcı oldu.

2) Boğazların Rusya’ya Verilmesi
Müttefiklerin Çanakkale’yi zorlama teşebbüslerinin önemli bir sonucu da Rusya'nın, kâğıt üzerinde de olsa, nihayet Boğazlar üzerindeki geleneksel ve tarihi emellerini İngiltere ve Fransa’ya kabul ettirmek suretiyle, İstanbul'u ve Boğazları ele geçirmesidir.
Rusya, Çanakkale Cephesinin açılması kesinleşince İstanbul ve Boğazları ele geçirmek için atağa geçti. Çünkü Rusya; İngiltere ve Fransa’nın kendisinden önce Boğazları ve İstanbul’u ele geçirmeleri karşısında bu devletleri buralardan çıkarmanın güç olduğunu biliyordu. Bu sebeple 4 Mart 1915’te isteklerini İngiltere ve Fransa’ya bildirdi. Rusya'nın bu baskısı İngiltere ile Fransa'nın hoşuna gitmemesine rağmen, müttefiklerin ortak davası için yaptığı hizmetlerden ve batı cephesinin yükünü hafifletmek için harcadığı çabalardan ötürü, Rusya'nın hakkını teslim etmek için, Boğazlar ve İstanbul konusundaki isteklerini kabul etmek zorunda kaldılar. İngiltere 12 Mart 1915 de ve Fransa da 10 Nisan 1915 de Rusya’nın isteklerini kabul ettiler.

3) İtalya'nın Savaşa Katılması
Osmanlı Devletinden sonra savaşa katılan ikinci tarafsız devlet İtalya olmuştur.
Üçlü İttifaka bağlı olan İtalya; Avusturya’dan istediği toprak ve tavizleri alamayınca savaş başlarında tarafsız kaldı. İtalya’nın bu savaştaki amacı kim kendisine daha fazla toprak verirse onun yanında savaşa katılmaktı. İtalya sonunda toprak taleplerini kabul eden İngiltere, Fransa ve Rusya ile 26 Nisan 1915’te bir antlaşma imzaladı ve 20 Mayıs 1915’te Avusturya’ya Ağustos 1915’te de Almanya ve Osmanlı Devletine savaş açarak İtilaf Devletlerinin yanında savaşa katıldı.
İtalya esas itibariyle Avusturya’ya karşı savaş açmakla beraber, ne 1915 yılında ve ne de bundan sonraki yıllarda başarılı bir savaş yapmış değildir. Yalnız, Avusturya ile savaşa tutuşmakla, Avusturya’ya yeni bir cephe açtırmış ve dolayısıyla Avusturya'nın diğer cephelerindeki durumunu zayıflatmıştır.

4) Bulgaristan'ın Savaşa Katılması
Bulgaristan’ın bu savaşa katılmak istemesinin nedeni, II. Balkan Savaşı’nda Romanya’ya kaybettiği Dobruca, Yunanistan’a kaybettiği Kavala ve Serez’i, Sırbistan’a kaybettiği Makedonya topraklarını geri almaktı.
Bu şartlar altında Bulgaristan’ın ittifak grubunda savaşa dahil olması beklenmekteydi. Ancak Bulgaristan Çanakkale’nin İtilaf grubu tarafından geçilmesinden ve kendisine saldırılmasından çekinmekte idi. Çanakkale Cephesi’nin İtilaf grubu tarafından geçilememesi üzerine Bulgaristan, Osmanlı Devletiyle 3 Eylül 1915’te imzaladığı antlaşma ile Osmanlı’dan Dimetoka’yı aldı ve İttifak grubuna dâhil oldu. Bulgaristan 6 Eylül 1915’te de Almanya ve Avusturya ile antlaşma imzaladı.
Bulgaristan’ın savaşa dâhil olup Sırbistan’a saldırmasıyla, İngiltere ve Fransa Sırbistan’ a yardım amacıyla Yunanistan’ın Selanik kentinden asker çıkardılarsa da Sırbistan’ a yardım edemediler. Bulgaristan’ın savaşa dahil olması Almanya – Osmanlı kara bağlantısını sağlamış oldu. Ancak savaş sonunda Bulgaristan yenilen grup içinde yer aldığından bu savaştan kayıplarla ayrılacaktır.

5) Avrupa'da Cephe Durumları
Batı Cephesi: Bu cephenin önemli iki olayı, Joffre komutasındaki İngiliz-Fransız kuvvetlerinin Mayıs 1915 de ve Eylül 1915 de Alman cephesine karşı girişmiş oldukları iki büyük taarruz hareketidir. Bu taarruzlar Müttefikler için başarısızlıkla sonuçlanmakla beraber, Müttefiklerin 250.000 ve Almanların da 140.000 kişi kaybettikleri bu taarruzların sonunda ne Müttefikler, ne de Almanlar askeri durumu kendi lehlerine çevirmeye muvaffak olabildiler.

Doğu Cephesi: Bu cephe ise Merkezi Devletler için çok daha iyi bir şekilde gelişmiştir. 1915 Nisanı ortalarında başlayan ve iki ay kadar süren ortak Alman-Avusturya taarruzu sonunda Galiçya Ruslardan tamamen temizlenmiştir. Bundan sonra Almanlar Ruslara karşı Polonya'da bir imha muharebesine girişmişler ve fakat Rus kuvvetlerini çevirip imha edememişlerdir. Bununla beraber, Temmuz ortalarında başlayan bu Alman taarruzları sonunda, Ruslar daima geri çekilerek, önce Varşova, Ağustosta Kovno ve Eylülde de Vilna Almanların eline geçti.
Deniz Savaşları: 1915 yılının en önemli deniz savaşı 1915 Ocak ayında Dogger Bank'da oldu. İngilizlerin bu muharebede hiç gemi kaybetmemelerine karşılık, Almanya'nın bir gemisi battı ve iki gemisi de ağır hasara uğradı. Dogger Bank muharebesi üzerine Almanya İngiltere’yi abluka altına aldığını ilan etti. İngiltere etrafında yakalayacağı bütün gemileri batıracağını bildirdi. Almanya bu ablukayı denizaltılarla uyguluyordu. Buna karşılık İngiltere daha savaşın başından itibaren Almanya’yı abluka altına almıştı. İki devlet arasındaki bu abluka savaşı Birleşik Amerika, İsveç, Norveç, Danimarka ve Hollanda gibi tarafsız devletlerin itirazı ile karşılaştı. Çünkü Alman denizaltıları, İngiltere’yi aç bırakmak için İngiltere’ye mal götüren bütün ticaret gemilerini batırıyordu. Bu arada bazı yolcu gemileri de batırıldı ve birkaç Amerikan vatandaşı da öldü ki, bu olaylar Amerika-Alman münasebetlerine kötü bir etki yaptı. Bu noktaya, Amerika'nın savaşa katılmasında tekrar değineceğiz

C) 1916 Yılı
1) Cephe Durumları
Batı Cephesi: Müttefikler, 1915 yılı sonunda, Almanya'nın bir cepheden öbür cepheye kuvvet göndermesini önlemek amacı ile Batı, Doğu ve İtalya cephesi olmak üzere Merkezi Devletlere karşı üç cephede birden taarruza geçmeye, karar vermişler ve taarruz tarihini de, gerekli hazırlıkları yapmak için Temmuz 1916 başı olarak tespit etmişlerdi. Alman Başkomutanı Falkenbayn da, Batı cephesini yıpratmak ve müttefikleri ağır kayıplara uğratmak için, o da Verdun kesiminde bir taarruza karar vermiş bulunuyordu. Bu sebeple, Alman taarruzu 1916 Şubatında başladı ve Haziran sonlarına kadar devam etti. General Petain tarafından savunulan Verdun Almanlara teslim olmadı ve Fransızların 275.000 kişi kaybetmesine karşılık, Almanlar da 240.000 kişi kaybettiler. Falkenhayn'ın, hesapları yanlış çıktı. Alman taarruzlarının başarısızlığı üzerine Müttefikler de, Haziran 1916 sonlarından itibaren, Somme nehri kesiminde geniş bir taarruza kalktılar. Bu sefer Almanların mukavemeti sert oldu. Taarruzlar Kasım ayı ortalarına kadar devam etmesine rağmen, Müttefikler de birşey yapamadı ve Batı cephesinde önemli bir değişiklik olmadı.

Doğu Cephesi: Verdun savaşları üzerine Rusya da, hazırlıklarını yaptıktan sonra, Nisan ayı sonlarından itibaren Galiçya cephesinde 150 kilometrelik bir kesimde geniş bir taarruza girişti. Bu taarruz Avusturyalıları güç duruma soktu ve gerilemeye başladılar. Almanya bir kısım kuvvetini Galiçya cephesine gönderdi. Bu da yetmeyince Osmanlı Devleti 33.000 kişilik bir Türk kuvvetini gönderdi. Galiçya'da çetin muharebeler oldu. Türk kuvvetleri de ağır kayıplar verdiler. Buna rağmen, Rus taarruzları, Galiçya ve Bukovina cephesinde Avusturyalıların 100 kilometre gerilemelerine sebep oldu. Doğu cephesi Merkezi Devletlerin aleyhine gelişmişti.
İtalya Cephesi: Avusturyalılar 1916 Nisanında İtalya cephesinde bir taarruzda bulundular, ve taarruz iyi gelişerek İtalyanlar 30.000 esir verdiler ve 300 top bıraktılar. Lakin Avusturya bu taarruzun arkasını getiremedi. Bunun üzerine Ağustos başında İtalyanlar İzonzo cephesinde taarruza geçtiler. İlk başarılardan sonra, onlar da taarruzun arkasını getiremediler. Merkezi Devletlerin Avrupa'daki cepheleri 1916 yılında aleyhe bir gelişme gösterdiğinden, Alman Genelkurmay Başkanı Falkenhayn azledildi ve yerine Hindenburg getirildi. 1916 Kasımında da Avusturya-Macaristan İmparatoru François-Joseph öldü ve yerine Karl geçti.



Irak Cephesi: Bu cephe Osmanlı Devleti için başarılı olmuştur. Kut-el-Amara'daki İngiliz kuvvetleri 1915 Kasımında Türk kuvvetleri tarafından sarılmıştı. İngiliz komutanı General Townshend, birkaç ay dayanıp, bu muhasarayı yarmak için birkaç teşebbüste bulunduysa da muvaffak olamadı ve bunun üzerine 18.000 kişilik kuvvetiyle, 1916 Nisanında, Türklere teslim oldu. Fakat, Başkomutan Enver Paşa, Almanların isteğine uyarak, İran'ı Rus kuvvetlerinden temizlemeye karar verdiği için, Irak cephesindeki taarruzları devam ettirmedi. Bunun üzerine İngilizler yeniden Irak'a kuvvet sevk edip hazırlıklarını yaptıktan sonra, 1916 Aralık ayında taarruza geçtiler ve 1917 Martında Bağdat'a girdiler.

Kanal Cephesi: Çöl şartları, dolayısıyla, Kanal cephesindeki harekatın gayet iyi hazırlanması gerekmekteydi. Bu cephedeki ilk çarpışmalar bunu göstermişti. Lakin Enver Paşa'nın baskıları dolayısıyla, Cemal Paşa 1916 Nisan ve Ağustos aylarında, Kanal'a mümkün olduğu kadar yaklaşmak için, iki taarruz teşebbüsünde bulunduysa
da, her ikisi de başarısızlıkla sonuçlandı. Buna karşılık, İngilizler Kanal cephesindeki kuvvetlerini takviye ederek, karşı harekete geçtiler ve 1916 yılının sonunda İngiltere Sina yarımadasını ele geçirip Suriye sınırlarına dayandı.

Kafkas Cephesi: Bu cephede esas faaliyet, 1916 yılının Nisan-Eylül arasında olmuştur. Ruslar 1916 yılının başlarında taarruza geçerek Şubatta Erzurum'u ve Nisan ayında da Trabzon'u düşürmüşlerdi. Ruslar'ın Trabzon'u alması üzerine 3'üncü Türk Ordusu, Rus kuvvetlerini çevirmek için Mayıs ve Haziran aylarında taarruzlarda bulunduysa da, Rusların Haziran sonunda Erzurum'da karşı taarruza geçmeleri üzerine 3'üncü Ordu çözüldü ve Ruslar Temmuz ayında Gümüşhane, Kelkit ve Erzincan'ı da ele geçirdiler. Eylül ayında da, her iki taraf da yeni hazırlık yapmak istediğinden harekat durdu.

Deniz Savaşları: 1916 yılının en önemli deniz savaşı, Mayıs ayı sonunda İngiliz ve Alman donanmaları arasında Skaggerak'da yapılmıştır. Almanların, İngiliz donanmasının bir kısmını tahrip etmek ve bu suretle İngiliz ablukasını zayıflatmak için yaptıkları bu muharebede, İngilizlerin 3 kruvazör kaybetmelerine karşılık Almanların
1 kruvazör kaybetmek suretiyle başarı kazanmalarına rağmen, Alman donanması ancak Alman limanlarına sığınmak suretiyle kendisini kurtarabilmiştir. İngiltere 1916 yılında da denizlerdeki egemenliğini ve üstünlüğünü kesin olarak devam ettirmiştir.

2) Romanya'nın Savaşa Katılması
Romanya 1883 yılında Üçlü İttifaka katılmakla beraber, Avusturya Sırbistan'a savaş ilan ettiği zaman Avusturya'nın arkasından gitmedi. Çünkü Üçlü İttifak savunma esasına dayanıyordu; hâlbuki savaşı Avusturya açmakla saldırgan duruma girmişti. Bundan ötürü savaş karşısında Romanya tarafsızlığını ilan etti. Gerçekte Romanya'nın davranışı da İtalya ve Bulgaristan'dan farklı değildi. Diğerleri gibi o da, kendisine en fazla toprak tavizi verecek tarafı kollamaktaydı. Romanya’nın yaptığı görüşmeler 17 Ağustos 1916 da Romanya ile İtilaf Devletleri arasında bir antlaşmanın imzası ile sonuçlandı. Buna göre Transilvanya, Bukovina ve Banat Romanya’ya verilecek ve bu toprakların ele geçirilmesinde Müttefik kuvvetleri de Romanya’ya yardım edecekti. Bu anlaşma üzerine Romanya 28 Ağustos 1916 da İtilaf Devletleri tarafında savaşa katıldı. Hemen Transilvanyayı ele geçirmek için harekete geçmesi, Avusturya’yı çok güç durumda bıraktıysa da, Bulgaristan'ın da güneyden Romanya’ya karşı taarruza geçmesi ve 1917 yılı başlarında Rusya'da ihtilalin patlaması ve Rus ordusunun bozulması Romanya’yı güç durumda bırakmıştır. Bu sebeple 1917 ilkbaharında Romanya mütareke imzalamaya mecbur kalmışsa da, Müttefiklerin zaferi kazanması Romanya’yı kurtardı.

3) Anadolu'nun ve Orta Doğu’nun Paylaşılması (Gizli Antlaşmalar)
İstanbul ve Boğazların Rusya’ya verilmesi, İtilaf Devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki ihtiraslarını kamçıladı ve bir takım paylaşma anlaşmalarının ortaya çıkmasına sebep oldu. İtilaf Devletleri Osmanlı İmparatorluğunun sonunu görmüşler ve daha savaş sona ermeden bu İmparatorluğun topraklarını paylaşmayı düzenleme yoluna gitmişlerdir.

* 1915 Boğazlar Antlaşması: Rusya’yı kendi yanlarında tutabilmek için İngiltere ve Fransa tarafından İstanbul, Boğazlar ve Marmara kıyıları Rusya’ya vaat edilmiştir.
* 1915 Londra Antlaşması: 12 Ada ve Güneybatı Anadolu İtalyanlara vaat edilerek İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa çekildiği antlaşmadır.
* 1916 Sykes-Picot Antlaşması: İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı topraklarını paylaştıkları anlaşmadır. Çukurova, Güneydoğu Anadolu, Musul ve Suriye çevresi Fransızlara, Irak İngilizler’e bırakılacak, diğer bölgelerde ise bir Arap devleti kurulacaktır.
* 1916 Petrograd Antlaşması: Doğu Anadolu ve Trabzon’a kadar olan Karadeniz kıyıları daha önceki bölgelere ek olarak Rusya’ya bırakılmıştır.
* 1916 Mac – Mahon Antlaşması: İngilizler’in Mısır valisi Mac-Mahon ile Hicaz Emiri Şerif Hüseyin arasında yapılmıştır. Arapların Osmanlı Devleti’ne isyan etmelerine karşılık bağımsız bir Arap devleti vaat edilmiştir.
* 1917-Saint Jean de Maurienne Antlaşması: Rusya’nın savaştan çekilme ihtimali üzerine İtalya’nın önemi artmış ve önceki bölgelere ek olarak Batı Anadolu da İtalyanlara vaat edilmiştir.

Not: Rusya’da Bolşevik İhtilali sonunda kurulan yeni rejim tarafından gizli antlaşmalar dünya kamuoyuna duyurulmuş, böylece uygulama alanı bulamamışlardır.

D)1917 Yılı
1) Cephe Durumları
Batı Cephesi: Marne muharebelerinden beri bir yıpratma savaşı şeklinde devam eden Batı cephesi, bu karakteristiğini 1917 yılında da muhafaza etmiş ve durumda büyük bir değişiklik meydana gelmemiştir. Müttefikler Alman cephesini yarmak için 1917 Nisanında Arras-Lens kesiminde 40 kilometrelik bir cephede taarruzda bulundularsa da, istediklerini elde edemediler. Bundan sonra, Hazirandan Ekime kadar İngilizler ve Fransızlar birçok münferid taarruzlar yaptılarsa da yine bir sonuç alamadılar.

Doğu Cephesi: Rusya'da Bolşeviklerin Şubat (Mart) ve Ekim (Kasım) ihtilalleri Doğu cephesinde Rus kuvvetlerinin durumunu adamakıllı sarstı. Cephedeki askeri birlikler içinde karışıklık ve düzensizlik baş gösterdi. Asker bir an önce evine dönmek istiyordu. Çünkü Bolşevikler mütemadiyen barış propagandası yapıyordu. Şubat ihtilaline rağmen Rusya savaşa devama karar verdi ve hatta Geçici Hükümetin Harbiye Bakanı Alexandre Kerensky Temmuz ayında Rus kuvvetlerini taarruza geçirdi. Taarruz iki hafta kadar devam etti, fakat askerin savaşmak istememesi ve ihtiyarların da savaşa gitmek istememeleri üzerine taarruz durdu. Bunun üzerine Alman kuvvetleri bir karşı taarruza kalktılar. On gün sonra Galiçya Ruslardan temizlendi ve Ruslar, 47.000'i esir olmak üzere 160.000 kişi kaybettiler. Almanlar kuzeyde de harekete geçerek Eylülde Riga'yı ele geçirdiler.

İtalya Cephesi: Mayıs ayında İtalyanların yaptığı mahalli çaptaki hücumlarda başarı elde edildi ve Avusturya kuvvetleri bazı kayıplar verdiler. Bu durum Avusturya'nın moralini bozdu. Avusturya şimdi barış için Müttefiklerle temas aramaya başlamıştı. Bu sebeple, Almanlar İtalya cephesine kuvvet göndermek zorunda kaldılar. Almanya'dan yardım alan Avusturya, Ekim ayında Caporetto'da İtalyanlara karşı büyük bir taarruza girişti. Taarruzun başlamasından 24 saat sonra Caporetto'da İtalyan cephesinde gedik açıldı ve İtalyanlar geri çekildikleri gibi ağır kayıplara uğradılar. Avusturyalılar 293.000 esir ve 3.000 top ele geçirmişti. İtalyanların Piave nehrinde savunma kurmaya muvaffak olmaları üzerine, bir kısım toprağı ele geçiren Avusturya taarruzu Kasım ayında durdurdu.

Kanal Cephesi: 1917 yılında, bu cephenin önemli savaşları Gazze'de olmuştur. İngilizler, Gazze'de kurulmuş bulunan Türk savunmasını kırmak için Mart ve Nisan aylarında iki teşebbüs yaptılarsa da sonuç alamadılar. Bunun üzerine iyice hazırlandıktan sonra, Ekim sonlarında üçüncü bir taarruzda bulundular. 191.000 kişilik İngiliz kuvvetine karşı 40.000 Türk askeri çarpışıyordu. On günlük bir savaştan sonra Kasım başında İngilizler Gazze'ye girdiler. İlerlemelerine devam ederek Aralık ayında da Kudüs'ü düşürdüler.

Irak Cephesi: 1916 Nisanındaki Kut hezimetinden sonra İngilizler iyice hazırlanmaya başlamışlardı. Bu uzun hazırlıklardan sonra 1917 Şubatında Kut'dan yukarı doğru, ilerlemeye başladılar ve Türk kuvvetleri Bağdat'ı savunmak için geri çekildi. Mart ayında yapılan Bağdat muharebelerinde İngilizler üstün geldiler ve Bağdat'a girdiler. Bundan sonra, 1918 yazına kadar Irak cephesinde önemli bir gelişme olmadı.

Kafkas Cephesi: Rusya'daki Şubat İhtilali Rusların Kafkas cephesindeki durumunu da adamakıllı sarstı. Lakin bu cephedeki Türk kuvvetlerinin daha önceki muharebelerde zayıflamış olması, bir kısım kuvvetlerin Irak ve Filistin cephelerine gönderilmiş bulunması ve nihayet tifüs salgını dolayısiyle, Türk kuvvetleri bu durumdan faydalanıp taarruza geçemediler. Ancak Muş ve Bitlis'i alabildiler. Aralık ayında da Rusya ile Osmanlı Devleti arasında mütareke yapıldı.

2) Rusya'da Bolşevik İhtilali
Savaş başladığı zaman Rusya tam bir kaynaşma içinde bulunuyordu. Duma'nın (Rus Meclisi) açılması, fikir akımlarının su üstüne çıkmasını kolaylaştırmış, lakin aynı zamanda da kaynaşma ve çatışmaları şiddetlendirmişti. Savaşın güçlükleri, savaşta başarı elde edilememesi, Boğazların açılmaması ve Rusya'nın Müttefiklerden yardım alamaması iç şartları günden güne gerginleştirdi ve halkın gıda sıkıntısı da buna eklenince, 8 Mart 1917 de Petersburg sokaklarında halk gösterilere başladı. İşçiler de işlerini bırakıp, greve başladılar ve gösterilere katıldılar. İki gün içinde bütün şehir ayaklandı ve hükümet kuvvetleriyle kanlı çarpışmalar oldu. Bolşevik ve Menşevik bütün Marksistler faaliyete geçmişti. 10 Martta durum gerçek bir ihtilal halini aldı. 12 Martta Petersburg'da İşçilerin ve Askerlerin Sovyet’i kuruldu ve hükümet görevlerini üzerine aldığını ilan etti. Petersburg Sovyet Cumhuriyet ilan edilmesini istiyordu. Sovyet yetkilileri ile Duma temsilcileri arasında yapılan iki günlük görüşmelerden sonra, 14 Martta liberal bir geçici hükümetin kurulmasına ve Çarın istifa etmesine karar verildi. Çar İİ’ inci Nikolas tahttan çekilme kararını kabul etmedi ve askerle Petersburg üzerine yürümek istedi. Generallerden hiçbiri buna yanaşmayınca 16 Mart sabahı tahttan feragat etti.. Geçici Hükümet, işe başlar başlamaz savaşa devam kararı verdi. Fakat şimdi Bolşeviklerin ve Menşeviklerin hücumu altındaydı. Bolşevikler azınlıkta olmakla beraber, Nisan ayında Petersburg'a gelen Lenin'in "Ekmek, Barış, Hürriyet" ve "Bütün iktidar Sovyetlere" propagandası ile Bolşeviklerin kuvveti gün geçtikçe gelişti. Temmuz ayında Kerensky'in Doğu cephesinde yapmak istediği taarruz başarısızlıkla sonuçlanınca, yeni bir ayaklanma patlak verdi. Eylül ayında Generallerden Kornilov'un bir askeri diktatörlük kurmak için ayaklanması, solcuları korkuttu ve hükümeti desteklediler. Kornilov'un teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlanmakla beraber, Kerensky 14 Eylül 1917 de Cumhuriyet ilan etti. Fakat memleketin durumu karmakarışıktı. Ne orduda disiplin kalmıştı, ne idarede düzen ve otorite. Köylü zenginlerin çiftliklerine hücum edip her tarafı yağma ediyor ve yangına veriyordu. Bolşevikler bu karışık durumdan faydalanarak Tratsky'nin liderliğinde bir Askeri İhtilal Komitesi kurarak, 5 Kasımda bir hükümet darbesine teşebbüs ettiler. 7 Kasım akşamı hükümet darbesi muvaffak olmuş ve Bolşevikler iktidarı ele geçirmişlerdi. 8 Kasımda Lenin gizlendiği yerden çıkıp Petersburg'a geldi. Rusya'da Bolşevik rejim başlamıştı. Bolşevik hükümetin ilk işi Çarlığın gizli anlaşmalarını açığa vurmak oldu. Bundan sonra da Almanya ile barış için teşebbüse geçti.

C) Birleşik Amerika'nın Savaşa Katılması
1917 ilkbaharından itibaren Rusya'daki ihtilal Rusya’yı fiilen savaş dışına çekerken, Rusya'dan meydana gelen boşluğu Birleşik Amerika'nın savaşa katılması doldurmuştur.
Birleşik Amerika'nın Birinci Dünya Savaşına katılması, Almanya'nın 1915 yılından itibaren açmış olduğu denizaltı savaşının bir sonucudur.
İngiltere, savaşın başından itibaren donanması ile Almanya’yı abluka altına alarak, Almanya'nın diğer memleketlerle ticaret yapmasını önlemek ve bu suretle bu devletin savaş gücünü kırmak istemişti. Almanya da İngiltere'nin bu ablukasını kırmak için geniş bir denizaltı savaşı açmış ve denizaltılarla, İngiltere’ye mal götüren gemileri batırmaya başlamıştır. Bu denizaltı savaşının sonucu olarak, 1915 Mayısında Lusitania ve 1915 Ağustosunda da Arabic adlı İngiliz yolcu gemileri Alman denizaltıları tarafından batırıldı ve birçok Amerikan vatandaşı öldü. Bu olaylar Amerikan-Alman münasebetlerini gerginleştirdi ise de, Almanya, bu çeşit olayların tekerrür etmeyeceği hususunda teminat verince, Amerika daha ileri gitmedi.
Bununla beraber, 1916 Martında Sussex adlı bir Fransız yolcu gemisinin batırılması ve bazı Amerikan vatandaşlarının ölmesi, iki devletin münasebetlerine yeni bir gerginlik getirdi.
Öte yandan, Amerika'nın genel olarak Müttefiklere sempati göstermesi ve onlarla ticaret yaparak onları ekonomik bakımdan adeta beslemesi Almanya'nın hoşuna gitmiyordu. Bu sebeptendir ki, Almanya birçok para harcayarak ve yoğun bir propaganda ile Amerika'da hem karışıklık çıkarmaya ve hem de Amerikan kamuoyunu Almanya tarafına yöneltmeye çalışmıştır. Almanya, Latin Amerika memleketlerinde de Amerika aleyhtarı kışkırtma faaliyetlerine girmişti. Tabiatıyla bu faaliyetleri Amerika hiç hoş karşılamıyordu.
1917 yılı başından itibaren Almanya'nın denizaltı savaşına yeni bir hız vermesi Amerika tarafından hoş karşılanmadı.
Tam bu sırada Almanya’nın Meksika’yı yanına çekmek istemesi ve son olarak 2 Amerikan ticaret gemisinin Alman denizaltılarının batırılması üzerine Amerika 2 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş ilan etti.

4) Yunanistan'ın Savaşa Katılması
Yunanistan, İtilaf Devletleri ile yaptığı antlaşma gereği 26 Haziran 1917’de İttifak devletlerine savaş açtı.

E) 1918 Yılı: Savaş Sona Eriyor
1917 yılı geldiğinde, ister Merkezi Devletler olsun, ister Müttefikler olsun, savaşan bütün taraflarda ve özellikle kamuoylarında bir yorgunluk ve savaşa karşı bir bıkkınlık ortaya çıkmaya başlamıştı. Üç yıldır yapılan savaş henüz kesin bir yenilgi veya zafer işareti taşımıyordu. Çünkü bahis konusu olan bir cephede bir muharebenin kazanılması değil, düşmanın tam yenilgiyi kabul etmesi idi. 1917 yılı geldiğinde hiçbir taraf için de bunun işareti kesin olarak belirmemişti. Bu durum kamuoylarında savaşın sona ermesi için duyulan arzuyu gittikçe şiddetlendirmekteydi. Savaş uzadıkça yaşama şartları da güçleşiyordu. Savaş karşısındaki yorgunluğun ilk işaretini Avusturya verdi. Avusturya savaşın başından beri Doğu cephesinde Rusya'nın bütün ağırlığını üzerinde hissetmiş ve tek başına Rusya’ya karşı savaşamadığından Almanya ve Osmanlı Devletinden yardım almıştı. Avusturya İtalya’ya karşı bile kesin bir zafer kazanamamış, bu cephede de Almanya'dan yardım alarak İtalyan'ları Caporeito'da hezimete uğratabilmişti. Çarlığın yıkılması Avusturya’yı ümitlendirmiş ise de, Geçici Hükümetin savaşa devam kararı vermesi bu ümitleri suya düşürmüştü. Öte yandan Almanya için de savaş ağır gelmeye başlamıştı. Doğu cephesinde durumu iyi olmakla beraber, kazanılan zaferler ucuza elde edilmediği gibi, Rusya da dize getirilememişti. Batı cephesinde ise, durum her iki taraf için de değişmemekle beraber, yıpratma savaşı Alman kuvvetlerini günden güne eritmekteydi. Üstelik 1917 Nisanından itibaren Amerika da karşı tarafta savaşa katılmış, Batı cephesine kuvvet göndermeye başlamıştı. Bu sebeplerden ötürü Avusturya ve Almanya 1917 yılı yazında, çeşitli kanallardan, Müttefikler nezdinde barış teşebbüslerinde bulundular. Fakat barış şartları üzerinde anlaşma meydana gelmemesi, bir sonuç elde edilmesini önledi. Müttefiklere gelince, aynı şeyler onlar için de bahis konusuydu. Avrupa cephesi onlar için de parlak değildi. Rusya'da Şubat İhtilalinin çıkması ve 1917 yılı sonundan itibaren Rusya'nın Merkezi Devletlerle barış görüşmelerine girişmesi, Sırbistan'ın yenilmesi, İtalya'nın Caporetto hezimeti, Romanya'nın yenilgisi, Müttefikler için de iyi işaretler değildi. Herkesin barışa özlem duyduğu bu atmosferi, Birleşik Amerika Cumhurbaşkanı Woodrow Wilson fark etmekte gecikmedi ve barışın düzenini tespit etmek üzere ortaya atılarak, Kongrede 8 Ocak 1918 de verdiği bir söylevde, barışın temel ilkeleri olmak üzere 14 Nokta'yı açıkladı. Bu 14 Nokta'dan her birinin özü şöyleydi.


1) WİLSON İLKELERİ
1. Açık barış antlaşmaları ve gelecekte de açık diplomasi.
2. Karasuları dışında, savaşta ve barışta, denizlerin mutlak serbestisi.
3. Bütün ekonomik engellerin mümkün olduğu kadar kaldırılması.
4. Milli silahlanmaların azaltılması için gerekli ve yeter garantiler.
5. Sömürge isteklerinin, ilgili halkların menfaatleri ile, yetkileri sonradan tespit edilecek olan sömürgeci devletin istekleri aynı derecede göz önünde tutulmak suretiyle, mutlak bir tarafsızlıkla çözümlenmesi.
6. Bütün Rusya toprakları boşaltılacak ve devletlerin de yardımı ile Rusya’ya kendi gelişmesini sağlamak için her türlü imkan verilecek.
7. Belçika’ya tam ve bağımsız egemenliğinin geri verilmesi.
8. İşgal edilen Fransız topraklarının boşaltılması ve Prusya'nın 1871 de Alsas-Loren meselesinde yaptığı hatanın düzeltilmesi suretiyle barışın teminat altına alınması.
9. İtalyan sınırlarının milliyet prensibine göre düzeltilmesi.
10. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu halklarına muhtar gelişme imkanlarının verilmesi.
11. Romanya, Sırbistan ve Karadağ toprakları boşaltılacak ve Sırbistan'a denizden mahreç verilecek. Balkan devletlerinin münasebetleri milliyetler prensibine göre düzenlenecek.
12. Osmanlı İmparatorluğunun Türk olan kısımlarının egemenliği sağlanacak, fakat Türk olmayan milliyetlere muhtar gelişme imkanları verilecek. Çanakkale Boğazı devamlı olarak bütün milletlerin gemilerine açık olacak ve bu, milletlerarası garanti altına konacak.
13. Bağımsız bir Polonya kurulacak.
14. Büyük ve küçük, bütün devletlere siyasi bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak garanti altına almak imkanını sağlamak amacı ile, bir milletler teşkilatı kurmak.

Wilson bu 14 noktayı, sadece bir Müttefik zaferini göz önünde tutarak değil, ister Müttefik zaferi olsun, ister, Merkezi Devletler zaferi olsun ve hatta isterse iki tarafın kompromisine dayanan bir barış olsun, sadece genel bir barışı göz önüne alarak hazırlamıştı. Bunun dışında Wilson'un önem verdiği bazı esas meseleler vardı. Bunların başında bir milletlerarası barış teşkilatının kurulması geliyordu. İkincisi, toprak sınırlarının milliyetler ilkesine göre düzenlenmesiydi. Avrupa barışının bozulmasını Wilson, bu ilkenin uygulanmamasında görüyordu. Nihayet, denizlerin serbestîsi, önem verdiği esaslı noktalardan biriydi. Bu ilke, Amerika'nın bütün dünya ile ticaretini yakından ilgilendiriyordu ve Amerika’yı savaşa sürükleyen de Almanya'nın bu ilkeyi ihlal etmesi olmuştu. Mamafih, barış konferansında barışlar düzenlenirken, Wilson'un bu ilkelerine çok az önem verilecek ve bu da onun için büyük hayal kırıklığı olacaktır. Avrupa'nın tecrübeli ve haris ihtiyar diplomasisi Yeni Dünya'nın tecrübesiz idealizmine boyun eğmeyecektir.

1.DÜNYA SAVAŞI SONUNDA İMZALANAN ATEŞKES ANLAŞMALARI
BULGARİSTAN – SELANİK ATEŞKESİ
OSMANLI – MONDOROS ATEŞKESİ
AVUSTURYA MAC.- WİLLA GUSTİ ATEŞKESİ
ALMANYA – RETHANDES ATEŞKESİ

2) Romanya'nın Savaştan Çekilmesi
Romanya, 1916 Ağustosunda savaşa katıldıktan kısa bir süre sonra, birkaç ay içinde peşpeşe yenilgilere uğramış ve memleketin büyük bir kısmı Merkezi Devletlerin işgali altına düşmüştü. Rusya'da ihtilalin çıkması, Alman Kuvvetlerinin Ukrayna'ya girmesi ve Bolşeviklerin Aralık 1917 de Merkezi Devletlerle mütareke yapmaları, Romanya’yı çok güç duruma soktu. Müttefiklerle de bağlantısı kesildiğinden, onlardan herhangi bir yardım almasına da imkân kalmamıştı. Bu sebeplerle Merkezi Devletlerle 1918 Martında mütarekeyi kabul etti ve 7 Mayıs 1918'de de Bükreş’te barışı imzaladı. Bu barış ile Romanya, Almanya ve Avusturya'nın ekonomik nüfuzu altına giriyor, Avusturya’ya Karpatlar'da toprak veriyor ve bütün Dobruca'dan çekiliyordu. Lakin Merkezi devletlerin Müttefikler karşısındaki yenilgisi, bu barışı hükümsüz bırakacaktır.

3) Bulgaristan'ın Savaştan Çekilmesi
1918 yılı geldiğinde, bütün memleketlerde olduğu gibi Bulgaristan'da da savaşa karşı bıkkınlık başlamıştı. Fakat Bulgaristan'ın iç durumu çok kötüydü. Almanya’ya devamlı olarak gıda maddesi göndermesi, halkı yiyecek sıkıntısı içine sokmuştu. Üretimci kuvvetlerin silâhaltına alınmış olması, tarıma dayanan ekonomiyi adamakıllı sarsmış ve tarım üretimi çok düşmüştü. Bulgaristan savaşa katıldıktan sonra Almanya'dan hem mali ve hem de askeri yardım alıyordu. Fakat Almanya 1918 Ocak ayında mali yardımı ve Martta da cephane yardımını kesmek zorunda kaldı. Öte yandan, Bulgar ordusunun durumu da iyi değildi. Bu güçlüklerin üstüne 1917 Haziranında Yunanistan'ın savaşa katılması, durumun kötülüğünü daha da arttırdı. 1918 yazı sonlarına doğru Müttefiklerin bütün cephelerde taarruza geçmesi, Bulgaristan’la beraber Merkezi Devletlerin de sonunu getirdi. İngiliz, Fransız ve Sırp kuvvetleri de 14 Eylül 1918 de Vardar bölgesinde Bulgarlara karşı genel bir taarruza geçince, Bulgaristan çözülüverdi. 29 Eylül 1918 de mütarekeyi kabul ederek savaştan çekildi.

4) Osmanlı Devletinin Savaştan Çekilmesi
Osmanlı Devleti Brest-Litovsk barışı ile Doğudaki topraklarını istiladan kurtardığı gibi, Kafkasya'da Ermenilerin, Gürcülerin ve Azerbaycan Türklerinin Bolşevik rejimi tanımayarak bağımsızlıklarını ilan etmeleri üzerine bu durumdan faydalanarak Bakû petrollerini ele geçirmek üzere harekete geçti. Aynı amaçla İngiltere de Kafkasya’ya asker göndermişti. Gürcüler de Almanya’ya dayanıyordu. Osmanlı Devleti ve Enver Paşa, Bakû’yü ele geçirdikten sonra Türkistan'a sarkarak Ortak Asya Türklerini de İmparatorluk içine katarak bir Pan-Türkist Birliği kurmak istiyordu. Bu hareket gerçekten başarılı oldu ve 1918 Eylülünde Türk Kuvvetleri Bakû’ye girdi. Buradan daha öteye gidilirken, Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918 de mütarekeyi imzalamak zorunda kaldı. Osmanlı Devleti Kafkas cephesinde ilerlerken, Filistin ve Irak cephelerindeki yenilgiler ve Bulgaristan’ın savaşan çekilmesi Osmanlı’nın savaştan ayrılmasında büyük rol oynadı. Mütareke sonrası Osmanlı yönetiminde buluna İttihatçıların da devri kapanmış oluyordu.
Bulgaristan'ın savaştan çekilmesi üzerine İngiliz ve Fransızlar Trakya'da 7 tümenlik bir kuvvet kurup, İstanbul ve Boğazlar üzerine harekete hazırlanıyorlardı. Bu sebeple İzzet Paşa hemen mütareke aradı ve mütareke 30 Ekim 1918 de Mondros'da imzalandı.

5) Avusturya-Macaristan'ın Savaştan çekilmesi ve İmparatorluğun Dağılması
Avusturya, yukarıda da belirttiğimiz gibi, daha 1916-1917'den itibaren barış aramaya başlamış, Almanya'nın yardımı ve barış teşebbüslerinin sonuçsuz kalması dolayısiyle savaşa devam zorunda kalmıştı. Fakat 1918 yılında Avusturya'nın durumu daha da kötüleşti. İçerdeki ekonomik sıkıntıların üstüne, 1918 yazında Çeklerin, Sırp-Hırvat-Slovenlerin bağımsızlık hareketleri başladı. İmparator Karl 18 Ekimde milli azınlıkların muhtariyetini kabul ile federal bir sistem kuracağını ilan ettiyse de durumu kurtaramadı. Transilvanya Romenleri de milli birlik hareketine geçmişlerdi. 18 Ekimde Paris'teki geçici Çek Hükümeti Çekoslovakya'nın bağımsızlığını ilan etti. Arkasından 24 Ekimde Macarlar da ayrı bir devlet kurduklarını, ilan ettiler. İmparatorluk dağılıyordu. Bu şartlar altında İtalyanların Ekim sonunda taarruza geçmeleri üzerine Vittorio-Veneto'da Avusturya cephesi yarıldı. Asker silahını bırakıp kaçıyordu. Mütarekeden başka çare görmeyen İmparator Karl, 3 Kasım 1918 de İtalyanlarla Padua civarında Villa Gusti'de mütarekeyi imza etti. Mütareke İmparatorluğun parçalanmasını hızlandırdı. 29 Ekimde Prag'da Çekoslovakya devletinin, yine 29 Ekim Zagreb'de Sırp-Hırvat-Sloven (Yugoslavya) devletinin kurulduğu ilan edildi. Bunun üzerine Avusturya Almanları da 30 Ekimde Avusturya Cumhuriyetini kurdular. Kasım ayı ortalarında da Macarlar cumhuriyet ilan edince, İmparator Karl tahtsız kaldığından, 18 Kasımda devlet işlerinden çekildiğini bildirdi.
6) Almanya da Mütareke İmza Ediyor
Almanya'nın Batı cephesindeki durumu Eylül ayına kadar iyi gitti. 1918 Martından itibaren Alman kuvvetleri bu cephede taarruza geçti ve bu taarruzlar Temmuz ortalarına kadar devam ederek bazı başarılar elde ettiler. Fakat bu başarılar sonucu etkileyecek nitelikte değildi. Buna karşılık Eylül ayından itibaren Müttefiklerin ağır taarruzları karşısında Almanya 3 Ekimden itibaren, yani Osmanlı Devletinden çok önce İsviçre vasıtasıyla Müttefikler nezdinde barış teşebbüslerinde bulundu. Bu teşebbüsler hemen sonuç vermedi ve bu arada Almanya'nın iç durumu karıştı. 9 Kasım 1918 günü Sosyalistlerin yönetimi ele geçirmesi sonrası 11 Kasım 1918 de Almanya Rethondes'da mütarekeyi kabul ve imza etti. Birinci Dünya Savaşı sona ermişti.

F) Barış Antlaşmaları
1) Brest-Litovsk Barışı
Bolşevik Hükümet daha iktidarı ilk ele aldığı gün halka barış yapacağını vaadetmişti. Gerçekten Dışişleri Komiseri Trotsky, 21 Kasım 1917 de Müttefik elçilerine verdiği notalarda bütün cephelerde mütareke yapılmasını istedi. Ayrıca, hükümet, Çarlık hükümetinin bütün gizli anlaşmalarını açıkladı. Osmanlı İmparatorluğunu paylaşan anlaşmalar da bu suretle açığa vurulmuş oluyordu. Gizli anlaşmaların açıklanmasının amacı, gerek Rus halkına, gerek Batı memleketleri işçilerine, yapılan savaşın bir emperyalizm savaşı olduğunu anlatmak ve onları savaşa karşı yöneltmekti. Sovyet Rusya'nın Almanya’ya da yaptığı müracaata, Almanya 27 Kasımda cevap vererek mütarekeye hazır olduğunu bildirdi. Mütareke 15 Aralık 1917 de yapıldı ve barış görüşmeleri 22 Aralık’ça Brest-Litovsk'da açıldı. Bu görüşmelere Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan da katıldı. Görüşmeler uzun sürdü.
Barış 3 Mart 1918 de Brest-Litovsk'da imzalandı. Buna göre; Sovyetler, Polonya, Litvanya, Courlande, Estonya ve Litvanya'dan çekiliyorlar ve buraların mukadderatı Merkezi Devletler tarafından tayin edilecekti. Rusya Kars, Ardahan ve Batum'u da Osmanlı Devletine geri verdi. Bütün Doğu Anadolu'dan çekileceklerdi. Nihayet, Ukrayna, Almanların yardımı ile bağımsızlığını ilan etmişti. Rusya bu bağımsızlığı da tanıdı. Brest-Litovsk barışı Merkezi Devletler için büyük bir başarı ve kazançtı. Lakin 1918 yazından itibaren olayların gelişmesi, Merkezi Devletlerin ve özellikle Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının yıkıntısını bir gerçek haline getirecektir.

2) Paris Konferansı
I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan barış antlaşmaları 32 devletin katılımı ile Paris Barış Konferansında hazırlandı. Bu devletler Merkezi devletlerle savaşmış veya onlara savaş ilan etmiş devletlerdi. Konferansın kararlarına hakim olan sadece 5 devletti. ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya idi.
Konferansta Fransa'nın bütün amacı, Almanya’yı bir daha başını kaldıramayacak derecede ezmekti.. İngiltere’ye gelince, onun da birinci amacı Alman donanmasını ortadan kaldırmak ve ondan sonra da, Almanya'nın bir kere daha Avrupa dengesini bozmasını önleyecek tedbirleri almaktı. Japonya’ya gelince, Konferansta pasif bir rol oynadı. Çünkü Avrupa ile pek ilgilenmiyordu. İtalya ise Konferansta bir üvey evlat muamelesi gördü. İngiltere ve Fransa, Wilson'u başlarından savmak için ilk önce Milletler Cemiyeti statüsüne öncelik verdiler ve Şubat 1919 da Milletler Cemiyeti statüsü tespit edilir edilmez Wilson, Amerika’ya gitti. Bu suretle Clemenceau ile Lloyd George'un elleri de, kendi menfaatlerin gerçekleştirmek için tamamen serbest kaldı. Onlar Konseyi bütün meselelerin esasına karar verdikten sonra, ayrıntıların tespitini komisyonlara havale ettiler. Barış antlaşmaları bu şekilde düzenlenip hazırlandı.

NOT: (MONREO DOKTRİNİ)
Monroe doktrini (Monroe doctrine) Aralık 1823'te ABD başkanı J. Monroe'nin ABD Kongresine sunduğu mesajda belirtilen ve onun adıyla anılan yalnızcılığa dayalı dış politika stratejisi.
Bu politikaya göre, ABD Avrupalı devletlerin kuzey, güney ve orta Amerika'daki sömürgecilik faaliyetlerine izin vermeyecek, bundan böyle ABD de Avrupalı devletlerin işlerine karışmayacak, bir bakıma kabuğuna çekilecekti. Böylece ABD ile Avrupalı devletlerin etki alanları belirlenip sınırlanmış olacaktı.

3) Almanya İle Barış Antlaşması: Versailles
İlk hazırlanan barışın esas noktaları şöyledir:
Sınırlar: Almanya, Belçika’ya; Eupen, Malmedy ve Moresnet'yi; Fransa’ya Alsace ve Lorraine'i veriyordu. Saar bölgesi de Fransa’ya terk ediliyor,. Polonya’ya Poznan ile Batı Prusya veriliyor ve Polonya denize çıkıyordu.
Siyasal Hükümler: Belçika'nın tarafsızlığı kaldırılıyor ve Almanya da bunu kabul ediyordu. Ren nehrinin doğu ve batı kıyılarında 50 Km. bir şerit dâhilinde Almanya hiçbir askeri tahkimat ve tesisat yapamayacaktı.. Bundan başka, Almanya Avusturya ile birleşmemeyi taahhüt ediyor ve Avusturya, Çekoslovakya ve Polonya'nın bağımsızlığını tanıyordu. Sömürgeler: Almanya bütün denizaşırı topraklarından vazgeçiyordu. Bu sömürgelerde Manda Rejimi adı altında, Milletler Cemiyetinin kontrolü altında yeni sömürgecilik rejimleri kuruluyordu. Togo ile Kamerun İngiliz-Fransız mandasına, Doğu Alman Afrikacı (Tanganyika) İngiliz ve Ruanda-Urundi Belçika, Güney-Batı Alman Afrikacı Güney Afrika Birliği, Marianne, Marshall ve Caroline adaları ile Çin'de Kiaochow Japon, Yeni Gine'nin Almanya’ya ait olan kısmı ile Salomon'lardaki Alman adaları Avustralya mandalarına bırakıldı. Almanya, Müttefiklerin Bulgaristan ve Türkiye'de elde edecekleri hakları şimdiden tanıyordu.

Silahsızlanma: Almanya'da mecburi askerlik kaldırılıyordu ve Alman ordusu 100.000 kişiye indiriliyordu. Deniz kuvvetleri çok sınırlandırılıyordu. Almanya denizaltı ve uçak yapamayacaktı. Bütün gemilerini Müttefiklere teslim edecekti.

Tamirat Borçları: Almanya’ya tamirat borcu adı altında savaş tazminatı da yükletildi. Bu borcun miktarı sonradan bir Müttefikler arası Komisyon tarafından tespit edildi ki, bu miktar 1921 de 56 Milyar Dolar olarak tespit edilmiş iken, aynı yıl içinde bir süre sonra 33 Milyar Dolar'a indirildi. Bu miktar Almanya'nın ödeme kabiliyetinin çok üstündeydi ve Almanya’yı ekonomik yıkıntıya mahkum ediyordu.

4) Avusturya İle Barış Antlaşması: Saint Germain
Avusturya ile 381 mad****k barış antlaşması, 10 Eylül 1919 da imzalandı. Avusturya, Macaristan, Çekoslovakya ve Yugoslavya'nın bağımsızlığını tanıyordu. Ayrıca, Galiçya'yı Polonya’ya, Hırvatistan'ı Yugoslavcaya, Tirol ile Trieste'yi İtalya’ya ve Bukovina'yı Romanya’ya bırakıyordu. Milletler Cemiyetinin rızası olmadıkça Almanya ile birleşemeyecekti. Mecburi askerlik kaldırılıyor ve Avusturya ordusu 30.000 kişiye indiriliyordu. Ayrıca tamirat borcu ödeyecekti. St. Germain barışı ile Avusturya'nın toprakları 576.000 Km. kareden 84.000 Km. kareye ve nüfusu da 50 milyondan 7 milyona düşüyordu.

5) Bulgaristan’la Barış Antlaşması: Neuilly
Bulgaristan’la 296 mad****k barış antlaşması, 27 Kasım 1919 da imzalandı. Bu barış ile Bulgaristan, Güney Dobruca'yı Romanya’ya, Batı Trakya’da Gümülcine ve Dedeağaç'ı Yunanistan'a ve Tsaribrod ile Sturmitsa bölgesini Yugoslavya’ya terk etti. Bulgaristan'ın Ege Denizi ile bağlantısı kalmıyordu. Ordusu 25.000 kişi olacaktı. Deniz ve hava kuvveti bulunmayacaktı. Mecburi askerlik kaldırılacaktı. 1920 yılından başlamak üzere, 37 yılda 2 Milyar 250 Milyon altın frank tamirat borcu ödeyecekti.

6) Macaristan’la Barış Antlaşması: Trianon
Macaristan ile barış antlaşması en son imzalandı. 364 mad****k barış antlaşması, 4 Haziran 1920 de imzalandı. Bu barışla Macaristan, Presburg bölgesini Çekoslovakya’ya, Bosna-Hersek'i Yugoslavya’ya, Transilvanya'yı Romanya’ya ve Burgerland'ı Avusturya’ya terk ediyordu. Savaştan önce toprakları 330.000 Km. kare iken, şimdi 92.000 Km. kareye, nüfusu da 22 milyondan 7,5 milyona düşüyordu. Endüstrisinin % 80'ini, buğdayının % 6'sını, şeker pancarının % 85'ini ve ormanlarının % 83'ünü kaybetmiş oluyordu. Macaristan ordusu, 35.000 kişiye indiriliyor ve mecburi askerlik kaldırılıyordu. Tuna'daki donanmasını Müttefiklere teslim edecek ve deniz ve hava kuvvetleri bulunmayacaktı. Macaristan'a da tamirat borcu ile bir takım ekonomik ve mali yükler de yüklenmekteydi.

7) Osmanlı Devleti: Sevr ( 10 AĞUSTOS 1920 )
. Birinci Dünya savaşından sonra İtilaf devletleri aralarında Osmanlı Devleti’ni paylaşamadılar. San Remo’da toplanıp Sevr Antlaşmasının taslağını belirlediler. Osmanlı Devleti bu antlaşmayı onaylamayınca Yunanlılar Batı Anadolu’da işgallerini arttırdılar ve Doğu Trakya’yı işgal ettiler. Bu gelişme üzerine Osmanlı Devleti Sevr’i kabul etmek zorunda kaldı.

—MADDELERİ-
SINIRLAR
. Doğu Trakya ve Batı Anadolu Yunanistan’a bırakılacak.
. Mardin, Urfa, Antep dâhil Suriye Fransa’ya bırakılacak.
. Arabistan ve Musul dâhil İngiltere’ye verilecek.
. Güney Batı Anadolu İtalyanlara verilecek.
. Doğuda Ermeni ve Kürt devleti kurulacak
. Rodos On iki ada İtalyanlara, Ege Adaları Yunanistan’a verilecek.

SİYASİ HÜKÜMLER
. İstanbul Osmanlı Devleti’nin başkenti olarak kalacak ancak Osmanlı Devleti azınlıkların haklarını koruyamazsa burası da işgal edilecek. İsteyen herkes azınlık vatandaşlığına geçebilecek ancak geri dönemeyecekti.
. Boğazlar tüm dünya devletlerine açık olacak yönetimi ise bütçesi ve bayrağı olan Boğazlar Komisyonuna verilecek.

ASKERİ HÜKÜMLER
. Mecburi askerlik olmayacak.
. Ordu mevcudu 50.700 ile sınırlandırılacak ve ordunun ağır silahı olmayacak.
. Deniz gücü sınırlı olacak ( 7 gambot, 6 torpido, denizaltı olmayacak )

MALİ HÜKÜMLER
. Osmanlı Devleti savaş tazminatı ödeyecek.
. Kapitülasyonlardan bütün devletler faydalanacak.
. Maliye itilaf devletlerinin kontrolünde olacak.

Önemli Özellikleri
. Osmanlı Devleti İstanbul dâhil küçük bir devlet haline gelmiştir.
. Uygulanmayan bir antlaşma olmuştur.
. Mebuslar Meclisi tarafından onaylanmadığından hukuki bakımdan geçerli değildir.
. TBMM Sevr Antlaşmasını tanımamış bunu imzalayanları vatan haini ilan etmiştir.
. Milli mücadele azmini kuvvetlendirmiştir.
. Sevr Antlaşması yerine daha sonra Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır.

-1. DÜNYA SAVAŞININ BÜTÜN DÜNYAYI ETKİLEYEN SONUÇLARI
. Çok uluslu imparatorluklar parçalandı. Osmanlı, Avusturya Macaristan, Almanya, Çarlık Rusya parçalandı
. İngiltere üstünlüğünü sürdürdü. Dünya ekonomisinde rakipsiz kaldı.
. Avrupa haritası yeniden belirlendi. Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Ukrayna, Litvanya, Macaristan ve Türkiye kuruldu. Sınırlar belirlenirken millet esaslarına dikkat edilmediği için azınlık sorunları ortaya çıktı.
. Milletler Cemiyeti kuruldu.
. Yenilen devletlere ağır antlaşmalar imzalatılması, II. Dünya Savaşına sebep oldu.
. Sömürgeciliğin yerini manda ve himaye aldı.
. ABD’nin uluslar arası siyasette etkisi arttı.
. Yeni rejimler ortaya çıktı. (Rusya’da Komünizm, İtalya’da Faşizm, Almanya’da Nazizm)
. Bu savaşta ilk defa tank uçak ve kimyasal silahlar kullanılmıştır. Askeri taktik ve stratejiler değişmiştir. Savaşta sadece askerler değil savaş dışında kalan halklarda etkilenmiştir. Bu sebeple I. Dünya Savaşı sonrasında cephe gerisinde kalan halkı korumak amacıyla Sivil Savunma anlayışı gelişmeye başlamıştır.





Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Ders Notları 2

II- SOVYET RUSYA
A) SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER BİRLİĞİNİN KURULMASI (S.S.C.B)
SSCB'nin tarihi Vladimir Ilyiç Lenin'in başkanlığındaki Bolşevik Partisi'nin 1917'de iktidarı ele geçirmesiyle başladı. Devrimin gerçekleştiği sırada Rusya, Birinci Dünya Savaşı'nın içinde İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa) safında savaşıyordu. Bolşevik Partisi'nin ilk önemli icraatı Rusya'yı bu savaştan çekmek oldu. Bu antlaşma sonunda Rusya; Finlandiya, Litvanya, Polonya, Ukrayna, Batum, Kars, ve Ardahan'ı bırakmak zorunda kaldı. Daha bu tarihten itibaren Bolşevik Hükümeti meşrutiyetçiler, demokratlar, Menşevik Partisi'nden sosyalistler ve enternasyonalciler gibi siyasi rakipleriyle mücadeleye başlamıştı. Bu rakipler, sonunda, monarşiyi yeniden kurmak isteyen Beyazlarla birleştiler ve ülke bir iç savaşa sürüklendi. Lev Troçki'nin liderliğindeki Kızıl ordu, uzun yıllar boyunca sürekli yenilenen ve orduları büyük yabancı devletlerce desteklenen bir düşmanla çarpıştı. Bu büyük devletler, en önemli amaçları olan Rusya'daki ekonomik etkinliklerini sürdürmek ve Bolşevik İhtilali'ni tersine çevirmek için kendi seçtikleri rejimi yerleştirmeyi denediler.
SSCB'nin kurucusu Vladimir Ilyiç Lenin
Beyazlar, müttefiklerinin bütün yardımlarına rağmen kendi aralarındaki rekabet nedeniyle yenildiler. Bolşevikler Çar II. Nikola ve ailesini öldürdü (Temmuz 1918). Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya çökünce Rusya, Brest-Litovsk Antlaşması'nı tanımadığını açıkladı ve kaybettiği toprakları yeniden işgal etti. Güney'de başarılı olan Bolşevikler, kuzeyde tutunamayıp 1920'de Litvanya, Estonya, Letonya ve Finlandiya'nın bağımsızlıklarını kabul ettiler. Moskova, bu tarihten itibaren Ruslaştırma siyasetini bırakarak dil ve kültür muhtariyetlerini tanıdı. Ülkenin ismi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olarak değiştirildi ve bu özerklikler 1924 Anayasa'sı ile tanındılar.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, (Rusça okunuşu - СССР) Sovyetler Birliği olarak da bilinir, Rus Çarlığı'nın 1917'deki Büyük Ekim Devrimi'yle yıkılmasından sonra aynı topraklar üzerinde kurulan ve 1991'e değin varlığını koruyan devlet. Avrupa’nın doğu kesimiyle, Asya'nın kuzey kesimi boyunca yayılan SSCB, son yıllarında 22.403.000 km²'lik yüzölçümüyle dünyanın en büyük ülkesiydi. Nüfus bakımından da 293.047.571 (Haziran 1991) kişiyle 3. sırada yer alıyordu. Aynı zamanda dünyanın başlıca siyasi ve askeri güçlerinden biri olan Sovyetler Birliği batısında Norveç, Finlandiya, Baltık Denizi, Polonya, Çekoslovakya, Macaristan ve Romanya, güneyinde Karadeniz, Türkiye, İran, Afganistan, Çin Halk Cumhuriyeti, Moğolistan ve Kuzey Kore yer alıyordu. Kuzey ve doğu sınırlarını ise Kuzey Buz Denizi ve Büyük Okyanus çiziyordu. Birliğin başkenti Moskova, para birimi Sovyet Rublesiydi.
1917 Ekim Devrimi, başka bir deyişle Bolşevik İhtilali ile kurulan SSCB. Soğuk savaş sürecinde Amerika'nın karşısındaki güç konumunda idi. 1985 yılında Gorbaçov iktidarından sonra başlayan Glasnost ve Perestroyka ile başlayıp 6 yıl süren reformların ardından 1991 yılının sonunda Sovyetler Birliği resmen dağıldı ve tüm ülkeler bağımsızlıklarını ilan ettiler. Birliği oluşturan 15 devletten 12'si bir araya gelerek Bağımsız Devletler Topluluğu'nu oluşturdular.

B) S.S.C.B KURULMASI SONRASINDA ORTA ASYA’DAKİ TÜRK DEVLET VE TOPLULUKLARI
SOVYET RUSYA SÖMÜRGECİLİĞİ

BASMACI HAREKETİ
Rusya'da Türkistan'ın istiklâli için faaliyet gösterenlerin millî ayaklanmalarına verilen genel ad.


"Baskın yapan, hücum eden" mânası*na gelen bu tabir, Çarlık döneminde Ruslar tarafından Türkmenistan, Başkırdistan ve Kırım'da faaliyet gösteren çeteciler için kullanılmıştır. Basmacılar halka dokunmazlar, sadece Rus memurları soyar, hazine mallarını yağmalar ve aldıkları ganimetleri fakirlere dağıtırlardı.

1917 Bolşevik İhtilâli'nden sonra Türkistan'da faaliyet gösteren silâhlı mukavemet kuvvetlerine Basmacı denilme*sinin sebebi, bu kuruluşların başına geçenlerin bir kısmının ihtilâlden önceki yıllarda da Basmacılık yapmış olmaları*dır. 1917 ihtilâlinden önce ve sonra Ruslar'a karşı silâhlı mücadelede bulunan Türkistanlılar, kendilerini hiçbir zaman Ruslar'ın "haydut, çeteci" anlamında kullandıkları ve dünyaya böyle göstermek istedikleri tarzda Basmacı olarak tanıtmamışlar, İslâm askerleri, vatan müdafaacıları ve Türkistan askerleri olarak göstermişlerdir.

Basmacı hareketlerinin tek gayesi, "Türkistan Türkistanlılarındır" sloganın*da ifadesini bulan, Türkistan'ı Ruslardan kurtararak istiklâline kavuşturmaktı.

Basmacı Hareketi 1918 yılında Korbaşı Ergaş'ın liderliğinde Hokand şehrin*de başladı ve kısa zamanda diğer bölgelere de yayıldı. Hokand'da üç gün için*de Ruslar tarafından 10.000'den fazla Türkistanlı öldürüldü. 1918'de kırktan fazla korbaşının (Türkistanlı lider) önderliğinde yapılan mücadelelerde ayaklanmalar Fergana vadisine yayıldı. Bu böl*gede Ruslar'la birlikte hareket eden Er*meniler 180 köyü ateşe verdiler ve yaklaşık 20.000 kişiyi öldürdüler. 18 Ağustos 1919'da Rus orduları Türkistan cephesi kumandanlığına getirilen Frunze'nin belirttiği gibi[76] Sovyetlerin amacı bütün Türkistan'ı işgal etmekti. Basmacılar ile Kızıl Ordu arasında çok kanlı savaşlar oldu. Fergana vadisinde Mehmet Emin Beg, Şîr Muhammed Beg, Nur Muhammed Beg, Hal Hoca ve Korbaşı Parpi gibi liderlerin emri altındaki mücahitler zaman zaman Sovyet ordusuna kayıplar verdirdiler ve mücadelelerini 1921'e kadar sürdürdüler; hatta bölgenin lideri Mehmet Emin Beg 1919'da geçici bir Fergana hükümeti kurduysa da 7 Mart 1920'de Sovyetlere teslim olmak zorun*da kaldı. Yerine geçen Şîr Muhammed Beg de Sovyetlere boyun eğmedi, 3 Mayıs 1920'de geçici bir Türkistan hükümeti kurarak komşu devletlerle münasebet kurmaya çalıştı. Bu arada 31 Mayıs'ta kardeşi Nur Muhammed'i Afganistan'a elçi olarak gönderdiyse de Kızıl Ordu Hîve Hanlığı'nı ve Buhara Emirliği'ni işgal etti. Sovyet Rusya'nın buralarda merkeze bağlı halk cumhuriyetleri kurdurmasına rağmen halk millî mücadeleye devam etti.

Basmacı hareketlen Enver Paşa'nın 8 Kasım 1921'de Türkistan'a gelip başa geçmesiyle daha da şiddetlendi. Onun Türkistan'daki millî mücadelelerin baş*kumandanı olmasından sonra Ruslar önemli kayıplar verdiler ve 19 Nisan 1922'de barış istemek zorunda kaldılar. Fakat Enver Paşa, "Barış antlaşmasının ancak Türkistan topraklarındaki Sovyet askerlerinin çekilmesinden sonra söz konusu olabileceğini belirterek" bu teklifi reddetti. Bu sıralarda Semerkant şehrin*de Türkistan Türk Müstakil İslâm Cumhuriyeti kurulmuştu. Yıllardır bütün Türkistan'ı ele geçirmek için savaşan ve Türkistan'dan çekilmek niyetinde olmayan Sovyetler daha şiddetli saldırılara başladılar. 1922'de Sovyetlerin genel bir saldırıya geçmesi üzerine Basmacı liderleri birbirlerinden ayrılmak zorunda kaldılar ve geçici Türkistan hükümeti dağıldı. Şîr Muhammed Beg Afganistan'a geçti, diğer liderlerden Muhyiddin Beg öldürüldü, Canı Beg de teslim oldu. 4 Ağustos 1922'de Belcuvan'a giren bir Sovyet birliğine karşı bizzat ya*kın muharebeye katılan Enver Paşa on bir Rus'u öldürdü, fakat karşı tarafın makineli tüfek ateşi altında kendisi de şehit oldu.

Enver Paşa'nın **ümüyle Basmacı hareketleri sona ermedi, fakat genellikle Ruslar'ın üstünlüğü ile devam etti. Kızıl Ordu Basmacılar'a karşı savaşını her yer*de sürdürdü. Mücahitlere yardım eden Türkler hapishanelere atıldı. Böylece Basmacılığın birinci devri sona erdi. 1924'te başlayan Basmacılığın ikinci devresinde mücahitler silâh buldukça mücadeleye devam ettiler. Bu mücadeleler de 1935'e kadar sürdü ve bu tarihte Ruslar Basmacılık harekâtına kesin olarak son ver*diler.

Basmacı harekâtının başarıya ulaşa*mamasının başlıca sebepleri arasında Korbaşı denen Türkistanlı liderlerin kendi aralarında düzenli bir birlik ve merkezî bir kumandanlık kuramamaları, savaşlarda tank, uçak, top ve zehirli gaz gibi silâhlar kullanan Ruslar'a karşı mücahitlerin makineli tüfeklerinin bile olmayışı ve nihayet dışarıdan yardım alamamaları zikredilebilir.


III. ORTADOĞU MANDA YÖNETİMLERİNİN KURULMASI
A) ORTADOĞU
İngiltere Arap halkını Osmanlı Devletine karşı ayaklandırmak için, özellikle Mekke Şerifi Hüseyin ile bir takım anlaşmalara girişmiş ve ona bir Arap İmparatorluğu veya bir Arap Devletleri Federasyonu kurmayı vaat etmek suretiyle Arapların bağımsızlık duygularını kışkırtmıştı. Fakat bir yandan bunu yaparken, öte yandan da 1916 yılında Rusya ve Fransa ile yaptığı anlaşmalarla Orta Doğu bölgesinin, yani Arap ülkelerinin kendisiyle Fransa arasında paylaşılmasını kabul ettirmişti. Fakat Bolşeviklerin Çarlığın gizli anlaşmalarını açıklaması, Orta Doğu'daki İngiliz-Fransız tasarıları bakımından soğuk bir duş oldu. Bunun arkasından 14 Nokta'yı Müttefiklerin de kabul etmeleri dolayısıyla Başkan Wilson da bu gizli anlaşmaları tanımayacağını belirtince, olayların bu baskısı karşısında, İngiltere ile Fransa 7 Kasım 1918 de Orta Doğu hakkında bir ortak bildirge yayınladılar. "Uzun zamandan beri Türklerin zulmü altında yaşayan hakların kurtuluşu için" savaştıklarını belirten iki devlet, Orta Doğu memleketlerinde, halkların kendi serbest seçimlerine dayanan milli hükümet ve idareler kuracaklarını bildirdiler. Oldukça müphem ifadelerin yer aldığı bu deklarasyonun Arap halkları üzerinde uyandırdığı izlemin şuydu ki, İngiltere ve Fransa Arap memleketlerinin bağımsızlıklarını kabul etmektedirler. Hâlbuki bu iki sömürgeci devlet Arap halklarını ikinci defa aldatmışlardı. Hicaz Kralı Hüseyin, oğlu Fassal’ı büyük ümitlerle Paris barış konferansına göndermiş ve Fassal’ın da konferansta Arap bağımsızlığını hararetle savunmuş olmasına rağmen, İngiltere ve Fransa, Hüseyin'in Suriye üzerindeki monarşisini tanımakla beraber, Arap memleketlerinde manda rejiminin kurulmasına karar verdiler. 1920 Nisanında toplanan San Remo konferansında da İngiltere ve Fransa, Amerika'nın bu konferansa katılamamasından da yararlanarak, Orta Doğu'daki manda rejimlerini aralarında paylaştılar. Suriye ve Lübnan Fransız, Irak, Ürdün ve Filistin de İngiliz mandalarına verildi. Arap halkları için bağımsızlık, şimdi, aşılması gereken çok uzun bir yol olmuştu. Arapların İngiltere ve Fransa tarafından uğratılmış oldukları bu peşpeşe aldatılmalar, iki -savaş- arası devresinde Orta Doğu'nun devamlı bir kaynaşma içinde kalmasına sebep olmuş ve Batı emperyalizminin bu kötü davranışları etkilerini günümüze kadar devam ettirmiştir.

B) Orta Doğu'da Manda Rejimleri
Suriye ve Lübnan: San Remo konferansından bir ay önce, 1920 Martında, Şam'da bir eşraf kongresi toplanmış ve bu kongre Filistin ve Lübnan'ı da içine alan büyük Suriye krallığını ilan ederek, krallığa Hicaz Kralı Hüseyin'in oğlu Faysal’ı getirmişti. Lakin San Remo konferansı bunu tanımadı ve Filistin'i Suriye'den ayırdı ve Suriye ve Lübnan Fransız mandasına verildi. Fransa Suriye üzerinde kontrolünü kurabilmek için 90.000 kişilik bir kuvvet sevk etmek zorunda kaldı. Çünkü Suriyelilerin uğradığı hayal kırıklığı halkın Fransızlara karşı mücadele açmasına sebep oldu. Bu mücadeleler uzun yıllar devam etti. 1936 da Faşist İtalya'nın Habeşistan'ı ele geçirmesi Akdeniz'de büyük bir İtalyan tehdidini ortaya çıkardığından ve Nazi Almanyası ile Faşist İtalya Ortadoğu memleketlerinde İngiltere ve Fransa aleyhine yoğun bir propagandaya giriştiklerinden, Fransa Suriye ve Lübnan’la münasebetlerini daha yumuşak bir formüle bağlamak için, 1936 Eylülünde Suriye ve 1936 Kasımında da Lübnan ile ittifak antlaşmaları yaparak her iki memleketten çekilmeyi kabul etti.

Filistin: Araplar için bir başka hayal kırıklığı da, Filistin'in Suriye'den ayrılarak İngiltere'nin mandası altına konması ve İngiltere'nin de, Filistin'de bir Yahudi anavatanı kurulması için almış olduğu sempatik davranış oldu. Yahudilerin Filistin'de bir anavatana sahip olma faaliyetleri, yani Siyonizm hareketi, 1880'lerde Rusya'da ortaya çıkan Yahudi aleyhtarlığı karşısında Rusya Yahudilerinin Filistin'e göç etmek zorunda kalmaları ile başlamış ve Budapeşte'li Yahudi gazeteci Dr. Theodor Herzl'in 1896 da yayınladığı "Yahudi Devleti" adlı eseriyle hızlanmıştır. Herzl 1897 de Dünya Siyonist Teşkilatı'nı kurmuş ve Avrupa ve Amerika'daki nüfuzlu ve zengin Yahudiler, büyük devletler nezdinde teşebbüslerde bulunarak Filistin'de bir Yahudi devleti kurmak için çalışmışlardır. Siyonistler savaş sırasında Başkan Wilson'a da etki yapmışlar ve Wilson'un da Siyonizm davasına kazanılması, İngiltere’yi de bu davaya karşı sempatik ve destekleyici bir durum almaya götürmüştür. Bunun sonucu, Balfour Deklarasyonu adını alan belge, Yahudilerin anavatan davasında bir dönüm noktası olmuştur. İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour, 2 Kasım 1917 de, Siyonist Federasyonu Başkanı zengin bankacı Lord Rothschild'a gönderdiği bir mektupta İngiltere'nin Filistin'de bir Yahudi anavatanının kurulmasını kabul ettiğini resmen bildirmiştir. Bu bildirge, 1918 yılı içinde, sırasıyla, Fransa, İtalya ve Birleşik Amerika tarafından da kabul ve desteklenmiştir. Paris Barış konferansında Emir Faysal, Halep’ten Mekke'ye kadar uzanacak Arap İmparatorluğu içinde Balfour Deklarasyonuna uygun olarak, Yahudilere mahalli muhtariyet verileceğini bildirdiyse de, Fassal’ın bağımsız Arap devleti bile gerçekleşmedi. Buna karşılık, San Remo konferansında İngiltere'nin Filistin'in mandasını eline geçirmesi ve ilk günden itibaren Yahudilerin Filistin'e göç etmelerine göz yumması, Araplar üzerinde sert tepki yaptı. Araplarla Yahudiler arasında silahlı çatışmalar başladı. Bu çatışmaların en önemlileri 1921, 1929, 1933 ve 1937–39 yıllarında olmuştur. Almanya'da Hitler'in iktidara geçtikten sonra Yahudi düşmanlığı politikasına başlaması ile Almanya ve İtalya da Filistin'deki Arapları Yahudilere karşı kışkırtmışlar ve Araplara, gizli olarak, para ve malzeme yardımında bulunmuşlardır. 1937 de başlayan çarpışmalar sırasında, 1938 yılında, 3.717 Arap ve Yahudi ölmüş bulunmaktaydı. 1937 de başlayan ayaklanma ancak 1939 Mayısında sona erdirilebilmiştir. Arapların tepkisinde rol oynayan etkenlerden önemli biri de, Filistin'e yapılan Yahudi göçleri olmuştur. Her ne kadar, İngiltere mandater devlet olarak bu Yahudi göçü için bazı sınırlamalar koymuş ise de, 1922 yılında 590.000 araba karşı 84.000 kadar olan Yahudi sayısının, 1932 de 770.000 araba karşılık 181.000'e yükselmesine engel olamamıştır. 1933–35 yılları arasında Filistin'e 134.540 Yahudi göç etmiştir. Bu ani Yahudi göçü, Filistin Araplarını daha da korkutmuş ve bunun içindir ki 1937–39 çarpışmaları hepsinin en şiddetlisi olmuştur. Filistin'deki bu duruma bir çare bulmak ve Araplarla Yahudilerin bir arada yaşamalarını sağlamak amacı ile İngiltere Filistin’in sakinleşmesi için birçok plan ve konferans düzenlemişse de da bir sonuç vermemiştir. Bunun üzerine, İngiltere, 1939 Mayısında yayınladığı bir planda, on yıl içinde Filistin'e bağımsızlık vereceğini bildirmiş ve Filistin'e Yahudi göçünü de beş yıllık bir sürede 75.000 sayısı ile sınırlamıştır. Göçün sınırlanması Yahudilerin hiç hoşuna gitmediği gibi, Araplar da bu planı tatmin edici bulmamışlardır. Filistin, İİ'inci Dünya Savaşına bu şartlar içinde girdi. Filistin meselesinin 1930'lardan itibaren şiddetlenmesinde, 1930 da Irak'ın ve 1936'da da Suriye'nin hukuken bağımsızlıklarını almasından sonra Filistin Araplarıyla yakından ilgilenmelerinin de önemli etkisi olmuştur.

Irak: San Remo konferansı ile Irak'ın manda idaresi de İngiltere'nin eline teslim edilmiştir. Yalnız San Remo konferansı 1916'daki İngiliz-Fransız anlaşmalarında bir değişiklik yapmış ve Musul bölgesi de İngiltere'nin nüfuz alanı olarak kabul edilmişti. Yalnız Musul petrollerinden bir kısım hisse Fransa’ya veriliyor ve Fransa, Musul'dan Akdeniz’e uzanacak bir pipe-line'ın Suriye topraklarından geçirilmesini kabul ediyordu. San Remo konferansı sırasında Irak esasen İngiliz askeri kuvvetlerinin idaresi altında bulunuyordu. Emir Faysal Fransızlar tarafından Suriye Krallığından indirilince, Irak halkının arzusunu göz önünde tutan İngiltere, 1921 Ağustosunda yaptırdığı bir referandumla Fassal’ı Irak Krallığına geçirdi. Bundan sonra İngiltere, kabile reislerine para yardımında bulunmak ve onları vergiden muaf tutmak suretiyle, feodal bir sisteme dayanarak memlekete egemen olmak istedi. Lakin bu idare şekli Iraklı aydınların şiddetli tepkisi ile karşılandı. Bu aydınlar iki gruba ayrılmıştı. Mekke Şerifi Hüseyin’le birlikte Türklere karşı savaşan Nuri Saik, Cafer Askeri ve Cemil Madfai gibi Faysal üzerinde nüfuzlu olanlar İngiliz taraftarıydılar. Buna karşılık, Yasin Hadimi, Hikmet Süleyman (Mahmut Şevket Paşa'nın kardeşi), Raşit Ali Seylani ve Kamil Çadırcı gibi Osmanlı Devletinde hizmet etmiş olan aydınlar İngiliz aleyhtarı idiler.. Daha ilk günlerde beliren Irak milliyetçiliği karşısında İngiltere Irak'ta manda sistemini uygulamaktan vazgeçerek, Irakla münasebetlerini antlaşmalar vasıtasıyla düzenlemek istemiş ve 10 Ekim 1922 de Irakla bir antlaşma imzalamıştır. Bu antlaşma İngiltere’ye Irak'ın iç ve dış işlerinin idaresinde geniş yetkiler vermekteydi. Bu antlaşma Irak milliyetçilerinin baskısını hafifletmeyince, 14 Aralık 1927 de, Irak üzerindeki kontrolünü biraz daha gevşeten ikinci bir antlaşma yaptı. Nihayet 30 Haziran 1930 Antlaşması ile Irak'a tam bağımsızlık verdi. Mamafih bu antlaşma ile İngiltere ile Irak dış politikada daima birbirlerine danışacaklar, bir saldırı halinde İngiltere Irak'a yardım edecek ve Irak ordusunu İngiltere yetiştirecekti. Her şeye rağmen, Irak oldukça kısa bir sürede bağımsızlığa kavuşmuş olmaktaydı.

Ürdün: Ürdün, Kral Fassal’ın Büyük Suriye Krallığına dahildi. Lakin Faysal Fransızlar tarafından Suriye'den çıkarılınca, 1922 Eylülünde Milletler Cemiyetinin kararı ile ayrı bir Ürdün Devleti kuruldu ve bu devlet İngiltere'nin mandasına verilerek başına Fassal’ın küçük kardeşi Abdullah getirildi. Ürdün'deki manda idaresi doğrudan doğruya Filistin'deki İngiliz yüksek komiserine bağlı idi. Ürdün'ün politika hayatı hemen hemen olaysız geçmiştir. Çünkü Ürdün'ün ekonomik kaynaklardan yoksunluğu, bu memleketi İngiltere’ye sıkı bir şekilde bağlanmak zorunda bırakmıştır. 1920'lerde yılda 100.000 Sterlin olan İngiltere'nin para yardımı, 1940'larda yılda 2 milyon Sterlin'e yükselmiştir. İngiltere Ürdün’le münasebetlerini, manda rejimi yerine antlaşma münasebeti haline getirmeyi tercih etti ve 10 Şubat 1928 de İngiltere ile Ürdün Emiri Abdullah arasında bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşma İngiltere'nin Ürdün'deki yetkilerini çizmekteydi. Ürdün 22 Mart 1946 da İngiltere ile yaptığı bir ittifak antlaşması ile bağımsızlığını kazanmış ve Ürdün Emirliği, Ürdün Krallığı olmuştur. Lakin bu antlaşma Ürdünlüler tarafından hoş karşılanmadığından, 15 Mart 1948 de yapılan yeni bir antlaşma, 1946 antlaşmasının yerini almıştır. Bu antlaşmadan sonra Ürdün'ün yeni adı Hadimi Ürdün Krallığı olmuştur.

Mısır:Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşına katılması üzerine İngiltere, iki Osmanlı toprağı üzerinde egemenlik haklarını kurmuştur. Bunların birincisi, 5 Kasım 1914 de Kıbrıs'ın İngiltere İmparatorluğuna ilhak edilmesi olmuştur. İkincisi de 18 Aralık 1914 de Mısır üzerinde himaye kurmasıdır. Arabi Paşa'dan beri gelişmekte olan Mısır milliyetçiliği için, İngiltere'nin Mısır üzerinde himaye kurması büyük bir şok oldu. Savaş içindeki gelişmeler ise Mısır milliyetçiliğini daha da hızlandırdı. Savaş sırasında Mısır'ın İngiltere için askeri bir üs haline gelmesi ve İngiliz, Avusturya ve Yeni Zelanda askerlerinin adeta istilasına uğraması Mısırlıların gururlarına dokunduğu kadar, Başkan Wilson'un 14 Noktası da Mısırlıların bağımsızlık ümitlerini kuvvetlendirdi. Hâlbuki savaştan sonra Mısır'ın bu konudaki ümitlerinin hiçbiri gerçekleşmedi. Bunun üzerine Said Zaglül'ün 1919 başlarında kurduğu Vafd Partisi bütün memlekette ayaklanma ve gösterilere başvurarak, İngiltere’ye karşı milliyetçi hareketin öncülüğünü ele aldı. İngiltere Zaglul ile diğer Vafd liderlerini Malta adasına sürdü. Fakat bu olay, ayaklanmayı yatıştıracağı yerde, büsbütün şiddetlendirdi. Bu durum karşısında İngilizler Zaglul'ü ve arkadaşlarını serbest bırakarak, onlarla, bir antlaşma düzeni üzerinde görüşmelere girişti. İngiltere'nin Mısır üzerindeki sıkı kontrolünden vazgeçmemesi ve Vafd liderlerinin de tam bağımsızlıkta ısrar etmeleri dolayısiyle, görüşmeler olumlu bir sonuç vermedi. 1921 yılında yine ayaklanmalar çıktı. Vafd Partisi ile anlaşamayacağını gören İngiltere, 28 Şubat 1922 de yayınladığı bir deklarasyonla, Mısır'ın bağımsızlığını ilan etti ve Hıdiv I. Fuat da bu deklarasyonu kabul ile Kral (Melik) unvanını aldı. İngiltere Mısır'ın bağımsızlığını ilan etmekle beraber, Mısır'ın Süveyş Kanalı'nın ve Mısır'daki yabancıların haklarının savunmasını üzerine alıyor ve Sudan üzerindeki kontrolünü elinde tutuyordu.

Arabistan:I. Dünya Savaşının ertesinde Arabistan yarımadasındaki en önemli gelişme Vahhabi devleti Suudi Arabistan'ın kurulması olmuştur. Müslümanlığın fanatik kolunu teşkil eden Vahhabiler, Suud ailesinin liderliğinde, yarımadanın batı kısmındaki Necd'e egemen bulunuyorlardı. Vahhabi'ler XİX'uncu yüzyılın başlarında Osmanlı Devletine karşı ayaklanmışlar ve Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa sekiz yıllık bir mücadeleden sonra Vahhabileri kontrol altına almaya muvaffak olmuştu. Lakin Osmanlı İmparatorluğunun zayıflaması ile bu kontrol da zayıfladı ve Necd Sultanı Abdülaziz İbni Suud, XX'inci yüzyılın başından itibaren, komşu kabilelerle mücadele ederek topraklarını genişletmeye başladı. İngiltere 1915 Aralık ayında Abdülaziz ile yaptığı bir anlaşma ile, Necd'in tarafsızlığı karşılığında, bu yeni sınırları tanıdı. İngiltere'nin arzusu, Abdülaziz'in İngiltere’yi Basra'da rahatsız etmemesiydi. Savaşla beraber, Necd Sultanı Abdülaziz ile Mekke Şerifi Hüseyin arasında bir rekabet başladı. Hüseyin, İngiltere ile yaptığı anlaşmalara dayanarak 1916 Ekiminde kendisini "Arap Memleketlerinin Kralı" ilan edince, bu rekabet daha da şiddetlendi. Savaştan sonra, Hüseyin'in bir oğlunun Irak, diğer bir oğlunun Ürdün ve kendisinin de Hicaz Kralı olması, Haşimi ailesine Arap dünyasında büyük bir ağırlık sağlıyordu. Abdülaziz bundan da hoşlanmadı. Nihayet, 3 Mart 1924 de Türkiye'de Hilafetin ilgası üzerine Hicaz Kralı Hüseyin'in 7 Mart 1924 de kendisini Halife ilan etmesi bardağı taşıran damla oldu. Abdülaziz 1924 Ağustosunda Hicaz'a savaş açtı. Ekim ayında Suud kuvvetleri Mekke’ye girdi. Hüseyin, oğlu Ali lehine tahttan feragat ederek, İngilizlerln yardımı ile Kıbrıs'a kaçtı. 1931'de de öldü. Oğlu Ali Abdülaziz'e karşı bir süre dayandıysa da, 1925 Aralık ayında Cidde'nin de Suudların eline geçmesiyle bütün Hicaz Abdülaziz'in eline düşmüş oluyordu. Abdülaziz İbni Suud, 1926 Ocak ayında kendisini "Hicaz Kralı " ilan etti. 1932'de de bütün bu topraklar üzerindeki Suud egemenliği Suudi Arabistan Krallığı adını aldı. Suudi Arabistan 1933 ve 1936 da Amerikan petrol şirketi Aramco'ya (Arabian-American Oil Company) petrol imtiyazları vermiştir ki, bu Birleşik Amerikan'ın Orta Doğu'ya girmesinin başlangıcını teşkil eder.
Arap yarımadasında Osmanlı Devletine en fazla sadakat gösteren Yemen olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Yemen'in bağımsızlığı fiili bir durum olarak ortaya çıkmıştır.

İran
1907 Anlaşması ile İran, İngiltere ile Rusya arasında nüfuz bölgelerine paylaşılmıştı. Rusya'da Çarlığın yıkılması üzerine, İngiltere tek başına İran üzerinde nüfuz kurma yoluna gitti ve İran'a 9 Ağustos 1919 da bir antlaşma imzalatmaya muvaffak oldu. Bu antlaşma ile İngiltere, İran'ın idare ve askeri teşkilatını düzenleme görevini üzerine alıyor ve ayrıca İran'a teknik ve mali alanlarda yardım vaadediyordu. 1923 yılında İran Harbiye Bakanı Ahmet Riza Han, bir hükümet darbesi yaparak başbakanlığı eline geçirdi. İran Şahı Ahmet'in dışarda bulunduğu bir sırada da, 1925 Ekiminde, Şah Ahmet'i tahttan indirerek, Kaçar ailesinin İran'daki egemenliğine son verdi. İran Meclisi Aralık 1925 de Ahmet Riza Han'ı İran Şehinşahı ilan etti. Riza Şah,. Riza Pehlevi'nin bu hükümet ve monarşi darbeleri ile amacı kendisine örnek aldığı Atatürk gibi, İran'da geniş ve köklü reformlar yaparak memleketi batılılaştırmaktı. Gerçekten, İran'da pek çok reformları ve batılılaşma hareketlerini gerçekleştirdi. Din adamlarının nüfuzunu kıramamakla beraber, özellikle eğitim alanında birçok yenilikler yaptı. Eğitim sisteminde vatanseverlik, milliyetçilik ve batılı düşüncenin yerleşmesine önem verdi. Orduyu düzenledi ve iyi bir disipline soktu. Kapitülasyonları kaldırdı. Ekonomik alanda, devletin müdahalesi ile birçok işler yaptı. Atatürk ve Türkiye ile yakın ve samimi münasebetler kurdu.

Afganistan
Afganistan 1880 Temmuzunda İngiltere ile imzaladığı bir anlaşma ile bu devletin nüfuz ve himayesi altına girmişti. I.Dünya Savaşından sonra Afganistan kendisini İngiltere'nin nüfuz ve vesayetinden kurtarmaya muvaffak oldu. Bir takım taht mücadelelerinden sonra 1919 Şubatında Afganistan tahtına geçen Emir Amanullah koyu bir İngiliz düşmanıydı. Amanullah, Emir olur olmaz, 1919 Mayısında İngiltere’ye karşı savaş ilan edip, ordusu ile Hindistan'a yürüdü. Amanullah'ın hareketi İngiltere için tehlikeli bir dert oldu. Ancak 140.000 kişilik bir kuvvet kullandıktan ve 16 milyon İngiliz lirası harcadıktan sonra Amanullah'ı Hindistan'dan çıkardı. Fakat 8 Ağustos 1919 da yapılan Ravalpindi Antlaşması ile de, Afganistan'ın tam bağımsızlığını tanıyarak bu memleketten çekilmek zorunda kaldı. Sovyetlerin Türkistan, Özbekistan, Türkmenistan, Hive ve Buhara'yı bolşevikleştirmek için kullanmış oldukları sert usuller, buralardaki Türk halkların ayaklanmalarına sebep oldu ve birçok Türkler Bolşeviklerden kaçarak Afganistan'a sığındılar.. Afgan hükümdarı Amanullah da, Riza Şah'ın İran'da yaptığı gibi, Atatürk'ü kendisine örnek alarak memleketi batılılaştırmak için 1923'den itibaren faaliyete geçti. Memlekette birçok reformlar yaptı. Özellikle eğitim ve kültür reformlarına önem verdi. Bu reformlar için Almanya ve Türkiye'den uzmanlar getirtti. Lakin yapmış olduğu reformlar, memleketteki koyu dindarcılığın tepkisi ile karşılaştı ve 1928 Kasımında mollalar ve muhafazakâr kabileler ayaklandılar. Amanullah memleketten kaçmak zorunda kaldı. Habibullah Gazi muhafazakâr unsurların temsilcisi olarak idareyi eline aldı ve Amanullah'ın bütün reformlarını kaldırttı. Lakin Habibullah'ın idaresi de diktatörlüğe dayandığından, yeniden ayaklanmalar çıktı ve nihayet Muhammed Nadir Han 1929 Ekiminde Afganistan Krallığını eline geçirdi. Muhammed Nadir, genel olarak Amanullah'ın yolundan gitti. Yalnız, reformlara devam etmekle beraber, bunları mollaları ve dindarları ürkütmeden yaptı. Türkiye ve Almanya ile yakın münasebetlere o da devam etti. Muhammed Nadir, 1933 Kasımında şahsi düşmanlarından biri tarafından öldürüldü. Fakat memlekette herhangi bir karışıklık çıkmadan, hükümdarlığı oğlu Muhammed Zahir Şah üzerine aldı. 1941 de İran'ın İngiltere ve Sovyet Rusya tarafından işgali üzerine Afganistan da bu iki devletin baskısı altında kaldı ve bu baskı üzerine memleketteki bütün Alman uzman ve teknisyenlerini çıkarmak zorunda kaldı. İİ'inci Dünya Savaşından sonra Afganistan tekrar Sovyet nüfuzu altına düşmüştür.


I. DÜNYA SAVAŞI SONRASI UZAKDOĞU’DA YENİ BİR GÜÇ (JAPONYA)
Japonya’yı Batıya açan 1854 de Birleşik Amerika olmuştur. Amerikanın baskısı karşısında Japonya, bu devletle baş edemeyeceğini görmüş ve kapılarını Amerika’ya açmayı kabul etmiştir. Japonya ise Çinin tamamen aksi bir politika takip etmiştir. Japonlar Batıya açıldıktan sonra şu noktayı gayet iyi görmüşlerdir: Eğer kendilerini kısa sürede toparlamaz ve Batı tekniği seviyesine ulaşamayacak olurlarsa, Avrupa tarafından sömürülüp ezileceklerdir. Bundan dolayı, Japonya bir an önce Batı tekniğini almak zorundadır. Böyle bir yol takip eden Japonya, 40 yıl sonra, 1894–95 de Avrupa devletlerinin karşısına, sömürgeleşmiş bir ülke olarak değil, sömürgeci bir devlet olarak çıkacaktır. Japonya 1854'den sonra Batının seviyesine çıkabilmek için, Amerika ve Avrupa’ya yüzlerce öğrenci göndermiştir. Batı teknik ve teknolojisine ulaşabilmek için bununla da yetinmemiş, tamamen feodaliteye dayanan iç idari ve sosyal yapısını da değiştirmeye başlamıştır. İmparator Mutsihito'nun 1868 de kabul ettiği Meiji Restorasyonu (yani Aydın Hükümet) ile Japonya bir dizi hızlı ve köklü değişiklikler geçirmeye başlamıştır. Bir dizi reformlarla ülkenin ve toplumun çehresi değişmiştir. Bir iki örnek verelim: 1872 de çıkarılan bir kanunla kadın ve erkek her Japon için ilköğretim zorunlu oldu. 1871 de ilk gazete yayınlandı. 1873 de mecburi askerlik sistemi kabul edildi. Yine 1871 de "Daymiyo" denen derebeylik sistemine son verilerek ülke çağdaş bir şekilde idari bakımdan organize edildi. Ekonomik alandaki gelişmeler de aynı hızlı tempo ile gerçekleştirildi. 1870 de ilk demiryolu yapımına başlanmış iken, yirmi yıl sonra, 1890 da demiryollarının uzunluğu 7200 kilometre idi. 1868–1898 arasındaki otuz yıllık devrede 2190 fabrika yapıldı. Ne var ki, Japonya’nın bu hızlı gelişmesi, bu ülkeyi de bir sömürgeci devlet haline getirdi. Şimdi Japonya gözlerini dışarıya çevirmiş ve hemen yakınındaki Kore'ye göz dikmişti. Kore meselesi Japonya’yı Çin ile savaşa götürecektir.

Çin-Japon Savaşı: 1894–1895
a) Kore gelişmekte olan Japon ekonomisi için hem bir ham madde kaynağı ve hem de iyi bir pazar olabilirdi. Kore'nin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri genişti.
b) Japonya ilerde Asya‘da yayılacak ise, Kore bu iş için iyi bir atlama taşı olabilirdi. Asya’ya adım atabilmek için ilk önce Kore’ye ayak basmak gerekirdi.
Bu sebeplerin tesiriyle Japonya 1870'lerden itibaren Kore ile ilgilenmeye başladı. Bu ülkedeki faaliyetlerini her gün biraz daha arttırdı. Bu durum yirmi yıl kadar sürdü. Lakin bu yirmi yıl içinde de Japonya’nın Çin’le münasebetleri her gün biraz daha bozulmaya başladı. Ve sonunda Çin 1894 de Japonya’ya savaş ilan etti. Savaş fazla sürmedi. Japonya kendi adalarından kalkıp Çine asker çıkardı ve kara muharebelerinde inanılmaz bir askeri güce sahip olduğunu gösterdi. Çin yenildi ve 1895 Nisasında Japonya ile antlaşma imzaladı. Bu anlaşma ile Japonya, Mançurya’nın, Pechili körfezindeki Liaotung yarımadası ile daha güneydeki Pescadores adalarını ele geçirdi. Yani Japonya Mançurya’nın güneyine yerleştiği gibi, buradan Kore'yi de kontrol altında tutabilecek duruma gelmiş oluyordu. 1894–95 Çin-Japon savaşı, Uzak Doğu politikası açısından bir takım gerçekleri ve neticeleri ortaya çıkarmıştır. Şöyle ki:
1. Japonya bu savaş ile Uzak Doğudaki kuvvetler dengesine dahil olmaktaydı. Batıya açıldıktan kırk yıl sonra bir büyük kuvvet olarak ortaya çıkan Japonya, Uzak Doğu politikasının bundan böyle hesaba katılması gereken bir unsuru oluyordu.
2. Bu tarihe kadar Uzak Doğu'da sömürgecilik faaliyetinde sadece Avrupalılar rol almıştı. Şimdi Avrupa sömürgeciliğinin arasına bir de bir Asyalı devlet katılmaktaydı. Bu ise, Uzak Doğuda, Avrupa ile Japonya ve Amerika ile Japonya arasında uzun sürecek bir rekabet ve mücadele devresinin açılmasıydı.
3. Japonya’nın Batıya açıldıktan sonra kısa sürede gösterdiği bu başarı ve Batı teknolojisi ile Batının seviyesine çıkması, Asya’da sarı ırk milliyetçiliğini başlatacaktır. Japonya örneği Asya milletlerine Avrupa seviyesine çıkmada sarı ırkın yeteneği konusunda bir güven duygusu ve inancı vermiştir.

Rus-Japon Savaşı: 1904–1905
Rus-Japon savaşı Mançurya yüzünden ve Çin’de meydana gelen gelişmeler neticesinde patlak vermiştir. 1894-95 savaşında Japonya’nın Çin karşısında gösterdiği üstünlük ve güç, Çinde bir takım tepkilere sebep olmuştur. Çinli aydınlar da, ülkelerinin sömürgeleşmeden kurtulmasını Japonya gibi Avrupa metodları ile kalkınmada gördüler. Aydınların baskısı ile Çin imparatoru bir takım reform hareketlerine girişti. Fakat bu çok kısa sürdü. Çünkü bu yenileşme hareketlerine karşı bu kere muhafazakârlar tepki gösterdi. Yenileşmeye karşı bu tepki bir süre sonra yabancı düşmanlığına dönüştü. Bu düşmanlığın öncülüğünü Boxer adlı teşkilat yapmakta idi. 1900 yılı Haziranında Boxer'ler ayaklandılar ve Avrupalıları öldürmeye başladılar. Hareket kısa zamanda genişledi. Bunun üzerine Avrupa devletleri ortak bir ordu kurup bunu Boxer'ların üzerine sevkettiler. Sonunda Boxer ayaklanması bastırıldı. Boxer ayaklanması sırasında Rusya da Mançurya’ya asker şevketti. Gerçekte Rusya bu fırsattan ve karışıklıktan istifade edip Mançurya’ya iyice yerleşmek istiyordu. Rusya’nın bu niyeti hem Japonya’yı endişelendirdi.Japonya, Rusya’dan Mançurya’daki askerini geri çekmesini ve bu toprakları tekrar Çinin egemenliğine bırakmasını istedi. Rusya çekilmeyi kabul etmiş gibi görünüp, işi oyalama yoluna soktu. Bu ise en fazla Japonya’yı sinirlendirdi Japonya, Mançurya’ya Rusya’nın, Kore’ye de kendisinin yerleşmesini teklif etti ise de Rusya bunu kabul etmedi. Bu sefer Japonya, Rusya’ya, Kore yi paylaşmayı teklif etti. Rusya bunu da reddetti. Bunun üzerine Japonya 1904 Şubatında Rusya’ya savaş ilan etmekten başka çare görmedi. Savaş 18 ay kadar sürmüş ve hem karada ve hem deniz muharebelerinde Rusya için tam bir hezimetle sonuçlanmıştır. Neticede Rusya yenilgiyi kabul edip 1905 Eylülünde Portsmouth (Amerika’da) barışını imzaladı. Portsmouth barışı ile Rusya, Mançurya üzerinde elde ettiği bütün haklarını Japonya’ya devrediyor ve ayrıca Kore'nin de bağımsızlığını tanıyordu. 1910 yılında Japonya Kore'yi işgal edip burasını kendi topraklarına ilhak edecektir. Rus-Japon savaşının gerek Uzak Doğu, gerek Avrupa politikası bakımından bir takım mühim neticeleri olmuştur. Uzak Doğu politikası açısından şüphesiz en mühim netice, Japonya’nın, dünyanın bu bölgesinde büyük bir kuvvet olarak sivrilmesiydi. Japonya, Rusya karşısında elde ettiği kesin zafer ve büyük başarı ile milletlerarası politikanın büyük devletleri arasındaki yerini almaktaydı. Bundan başka, bir yandan, Rusya'nın, Çine ait Mançurya toprakları üzerinde sahip bulunduğu ekonomik hak ve imtiyazları aynen devralması ile bu topraklar üzerinde kurduğu kontrol, öte yandan da, 1910 da Kore'nin bağımsızlığına son verip bu ülkeyi de kendisine ilhak etmesi ile Japonya Asya kıtasına ayak basmış olmaktaydı. Bu ise, Japonya’nın önünde yeni emperyalizm ufukları açıyordu. Bundan sonra Japonya Asya’da genişlemeye çalışacak ve 1932 de Mançurya’yı ilhak ettiği gibi, 1937 de Çini işgal etmek üzere harekete geçecektir. Kısacası, şimdi bir Uzak Doğu devleti de, Uzak Doğudaki sömürgecilik faaliyetlerinin aktif unsuru haline geliyordu. Rus-Japon savaşının Avrupa politikası bakımından mühim neticesi ise, Rus politikasının cephe değiştirerek, Asya ve Uzak Doğu'dan tekrar Avrupa’ya dönmesidir. Zira Kırım Savaşı yenilgisinden sonra faaliyetlerini Asya ve Uzak Doğu'ya aktaran Rusya, şunu görmüştü ki, Asya'nın her tarafında İngiltere karşısına çıkmaktaydı. İran'da, Afganistan'da ve Tibet’te karşısında İngiltere’yi bulmuş ve onunla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Mançurya üzerindeki mücadelede de, Japonya ile çatışma durumuna girmiş Hasılı, Rusya’nın Asya’daki ve Uzak Doğu'daki faaliyetlerinin hepsinde İngiltere bir duvar gibi karşısına dikilmiş ve kendisini her yerde başarısızlığa uğratmıştı. O halde Rusya dünyanın bu bölgesinde İngiltere ile olan anlaşmazlıklarını sona erdirip, kendisinin geleneksel faaliyet alanı olan Boğazlara ve Avrupa’ya dönmeliydi. İşte bunun içindir ki, Japon yenilgisinin hemen arkasından Rusya 1907 de İngiltere ile bir anlaşma yapıp, Üçlü İtilaf'ın üçüncü halkasını meydana getirdi. Şimdi İngiltere ile Rusya aynı safta bulunuyordu. Bu ise Rusya’nın Boğazlar üzerindeki emellerinin gerçekleşmesini kolaylaştıracaktı. Bundan dolayıdır ki, 1907 den sonra Rusya’nın ağırlığı Osmanlı Devleti üzerine çökecektir. Bir başka deyişle, Japonya’nın Rusya’yı yenmesi, Osmanlı Devletinin aleyhine bir durum ortaya çıkarıyordu.

1929 DÜNYA EKONOMİK BUNALIMI VE DÜNYAYA ETKİLERİ

Büyük Bunalım 1929"da başlayan (ancak etkilerini ancak 1930 yılının sonlarında tam anlamıyla hissettiren) ve 1930"lu yıllar boyunca devam eden ekonomik buhrana verilen isimdir. Buhran, Kuzey Amerika ve Avrupa"yı merkez almasına rağmen, dünyanın geri kalanında da (özellikle de sanayileşmiş ülkelerde) yıkıcı etkiler yaratmıştır.
Büyük Bunalım en çok sanayileşmiş şehirleri vurmuş, bu kentlerde bir işsizler ve evsizler ordusu yaratmıştır. Bunalımdan etkilenen birçok ülkede inşaat faaliyetleri durmuş; tarım ürünü fiyatlarındaki %40-60"lık düşüş, çiftçileri ve kırsal bölge nüfusunu kötü etkilemiştir.[1] Talebin beklenmedik düzeyde düşmesi nedeniyle madencilik alanı buhranın en fazla etkilendiği sektörlerden biri olmuştur. Büyük Bunalım farklı ülkelerde farklı tarihlerde sona ermiştir.

Büyük Bunalım Öncesi Dünyadaki Genel Durum

1929 Bunalımı temelde Amerika’da borsanın çöküşüne ithaf edilse de; o yıllarda dünyadaki ekonomik koşullara, krizin büyüklüğü ve etkisine bakıldığında Büyük Dünya Bunalımı adını almayı hak ettiği açıkça görülmektedir. Bunalım dünyada 50 milyon insanın işsiz kalmasına, dünyadaki toplam üretimin %42 oranında ve dünya ticaretinin de %65 oranında azalmasına neden olmuştur. 1929 yılına kadar dünyada oluşan diğer krizlere bakıldığında dünya ticaretinin en fazla %7 oranında düştüğü düşünülürse 1929 bunalımının ne derece etkili olduğu tahmin edilebilir.

Dünyayı bu denli etkileyen büyük bunalımı sebep ve sonuçları ile anlayabilmek için öncelikle I. Dünya Savaşı sonrasında dünyada oluşan ekonomik ve sosyal koşulları göz önünde bulundurmak gerekir.

I. Dünya Savaşı dolaylı ya da doğrudan tüm dünyayı etkilemekle beraber, savaş sonrasında oluşan dünya tablosundaki en önemli figürler gerek yaşadıkları değişimler gerek dünya ekonomisine etkilerinden dolayı Amerika, İngiltere ve Almanya oldu.

Savaşa kadar dünyada hegemonik güç sayılan İngiltere, kanayan bir ülke durumuna geldi. Savaş sonrası Amerika’dan alınan borçla yeniden kurulan altın standardıyla değer kazanan pound, İngiliz ihracatının azalmasına sebep oldu. Daha az ihracat daha fazla altının dışa akımına bu da yeniden borçlanmaya neden oldu.

O yıllarda Almanya ise Amerika’nın savaş sonrasında geri istediği tazminat sorunuyla karşı karşıyaydı. Ekonomisi durma noktasına gelen Almanya, tazminat sorununa çözüm olarak para basmayı denedi. Bu para Amerika tarafından kabul edilmediği gibi Almanya’da hiperenflasyona neden oldu. Daha sonra tazminat sorunu 1924 yılında Amerika’nın önerdiği Da**s Planı ile çözülmeye çalışıldı. Bu planda Amerika Almanya’ya yeniden yapılanması için kredi verecek; yapılanmasını tamamlayan Almanya daha sonra tazminatını ödeyecekti.




Büyük Bunalım Öncesi Amerikan Ekonomisi
Amerika ise 1924–29 yılları arasında bir istikrar devresi geçirdi. Edindiği ihracat fazlası ile dünyanın net kreditör (kredi veren) konumuna geldi. Bu esnada ülkede otomobil, yapı, elektrik gibi yeni endüstriler gelişmeye başladı. Yeni gelişen endüstrilere talebin fazla olması borsanın spekülatif olmasına sebep oluyordu. Öyle ki 1928 yılında, Amerika verdiği kredileri New York Borsası için geri çekmek durumunda kaldı.

1920’lerde borsa dışındaki ekonomik göstergeler oldukça iyi durumdaydı. Üretim ve işlilik oranı yüksekti. Ücretler çok fazla yükselmiyordu ve fiyatlar istikrarlıydı. Bir çok insan hala aşırı derecede fakirdi ancak halkın büyük çoğunluğu hiç olmadığı kadar rahat ve varlıklıydı. Ancak o yıllarda Amerikalılarda minimum fiziksel eforu sarf ederek zengin olma isteği hakimdi. İnsanların bu ruh hallerinin ve spekülasyonun ne derece hakim olduğunun kanıtı, 1926 yılında Florida’da meydana gelen gayri menkul patlamasıydı. Bu olay klasik bir spekülatif balonun tüm özelliklerini kendi içinde barındırıyordu.

Florida Gayrimenkul Spekülasyonu
Olay şöyle gelişmişti: Floridalılar bölgede kış şartlarının kuzeydeki eyaletlere göre daha iyi olmasına, taşımacılık problemlerinin çözülmüş olmasına dayanarak Florida’daki gayrimenkullerin değer kazanacağını düşündüler. Eyalette Florida’nın bir tatil cennetine dönüşeceği inancı hâkimdi. Bu durumda o gün aldıkları toprakların gelecekte birkaç kat değerleneceğini düşünenler hiç de az değildi. Halkın büyük çoğunluğu bu inançla gayrimenkule yatırım yaptı. Ancak 1928 yılının 18 Eylül’ünde hiç hesapta olmayan bir tropik kasırga 400 insanın ölümüne binlerce evin hasar görmesine ve tonlarca deniz suyunun yatları parçalayıp sokaklara taşmasına neden oldu. Satın alınmış olan gayrimenkuller satılmaya çalışıldı ancak değerinin çok altına bile satılamadı. Bu durum bir spekülatif balonun patlayışıydı.

Krizin Sebepleri
Büyük kriz öncesindeki atmosfere bir göz attıktan sonra krizin sebepleri ve gelişimi üzerinde durmak gerekir. Dünyayı etkileyen pek çok olay üzerinde olduğu gibi bu olayın da sebepleri üzerinde çok sayıda araştırmalar ve değişik yorumlar yapıldı ancak bunların genelinde yer alan ortak birkaç sebebi şöyle sıralayabiliriz:

Birincisi; Amerika’daki şirketlerin mali güçleriydi. 1870li yıllarda Amerika’da irili ufaklı pek çok şirket varken I. Dünya Savaşı’nın getirdiği zorluklar karşısında küçük şirketler birleşmek zorunda kalmış ve savaş sonrasında tekeller oluşturmuşlardır. Öyle ki 1929 yılına gelindiğinde Amerikan ekonomisinin %50’si üzerinde söz sahibi olan holding sayısı 200 kadardı. Bu da tek bir holdingin bile iflasının ekonomiyi sarsmaya yeteceğini gösteriyordu.

İkinci bir sebep de bankaların kötü yapılanmış olmasıydı. Bankaların sermaye esaslarını, rezerv ve kredi oranlarını belirleyen yasalar yoktu. Örneğin şirketlerin mali tablolarının güvenilirliğini sağlayan yasalar yoktu. Bu yüzden yatırımcı senedini aldığı firma hakkında yeterince bilgiye sahip olamıyordu. Yine ticari bankaları yatırım bankalarından ayıran yasalar da mevcut değildi.

Üçüncü bir sebebin de, başkan Hoover yönetiminin ekonomi alanındaki tecrübesizliği olduğu söylenebilir. Bu düşüncenin savunucularına göre başkan Hoover yönetimi 20lerde hüküm süren liberal ekonomi anlayışına göre ekonomiye devlet müdahalesi yapmamayı uygun görmüştü. Ancak 29 krizine müdahale etmemenin toplumsal maliyeti çok büyük olmuştu. Daha sonraları başkan müdahaleye karar verdiğinde ise hem çok geç olmuştu hem de müdahale başarılı değildi. Örneğin devlet bütçesini dengelemek için devlet harcamalarını kısması ve vergileri arttırmasının işsizliğe sebep olduğunu ve bunun da insanların satın alma gücünün azalmasına ve fiyatların düşmesine neden olduğu savunuldu. Hükümetin tecrübesizliğinin bir diğer göstergesi de altın standardına bağlı kalmakta ısrar edişiydi. Hükümet altına bağlı olmayan para basmayı reddederek sıkı bir para politikası izledi ve piyasada para bulunmayınca ekonomik faaliyetler durdu, reel sektör küçüldü. Bu da daha fazla işsizlik, daha az gelir demekti.

Vurgulanması gereken son sebep ise; başta da belirtildiği gibi Amerika’nın dünya üzerindeki net kreditör olmasıydı. Bunun yanında I. Dünya Savaşı sonrası Almanya ve İngiltere’den istediği tazminatların altın olarak ödenmesini talep ediyordu. Ancak dünyadaki altın stoku yetersizdi ve varılan stoku da zaten Amerika kontrol ediyordu. Bu sebeple de bahsedilen tazminatların ve kredilerin mal ve hizmet olarak ödenmesi denendi ancak bu da Amerika’nın kendi mal ve hizmet sektörünü vurdu. Son çare olarak gümrük duvarları koyma yoluna gidildi ancak bu da yalnızca dış ticareti küçülttü. Sonuçta Amerika hesapsızca vermiş olduğu kredileri geri alamadı.

Krizin Patlak Verişi: Kara Perşembe

New York Borsası 1928 yılının başından 29 yılı Ekim ayının başına kadar olan süreçte gittikçe yükseliyor ve yüksek fiyat/kazanç oranı getiriyordu. Ancak 3 Ekim 1929 tarihine gelindiğinde, yukarıda sayılan sebepler doğrultusunda borsanın ilerlemesi durmuş hatta birkaç büyük holdingin hisse senetleri düşmüştü. Bu düşüş 21 Ekim günü yabancı yatırımcıların kâğıtlarını ellerinden çıkarmalarıyla hızlandı ve “Kara Perşembe” olarak anılan 24 Ekim 1929 Perşembe günü borsa dibe vurdu. 1929 yılının fiyatlarıyla 4.2 milyar dolar yok oldu. 29 Ekim 1929 gününün fiyatlarına bakıldığında bir yıl öncesinin karının bile sıfırlandığı görülür. 21-29 Ekim 1929 tarihleri arasındaki fark Dow Jones sanayi ortalamasının 328’den 230’a düştüğünü gösterir. Bu süreçte 4.000 kadar banka batmış, binlerce insanın mal varlığı yok olmuştur. Bu insanlar açlığa sürüklendi ve sebze ve meyve yetiştirip satarak yaşamaya çalıştılar. Piyasadaki para bir anda yok olduğu için insanlar ihtiyaçlarını karşılamada takas yoluna giderek bir nevi değiş-tokuş ekonomisine geri döndüler. İnsanlar maddi varlıklarıyla beraber sosyal konumlarını ve ruh sağlıklarını da kaybettiler. Bunalımın etkileri II. Dünya Savaşı’na kadar yaklaşık 10 yıllık bir periyodta devam etti.

Roosevelt ve "New Deal"
Amerikan halkı bu büyük çöküşün faturasını Hoover yönetimine çıkardı. Bir sonraki seçimde Hoover’ın başkan seçilmeyeceği aşikârdı. Onun yerine adını verdiği programla ekonomik sistemde köklü değişiklikler vaat eden Roosevelt seçildi. Roosevelt “ New Deal” ı 1930–37 yılları arasında uygulama fırsatı buldu. Başa geldiği 1933 yılı bunalımın etkilerinin en fazla hissedildiği yıllardan biriydi. Ekonomide karlılık çökmüştü. Büyük bir talep eksikliği yaşanıyordu çünkü insanların satın alma gücü çok düşmüştü. Roosevelt böyle bir dönemde hem sosyal hem ekonomik anlamda bir reform niteliği taşıyan programıyla ve büyük yetkilerle başa geçiyordu. Amerikan ekonomisi tarihinde ilk kez devlet müdahalesine maruz kalıyordu.

Roosevelt işe bankacılık sektörüyle başladı. O sıralarda sektörde likidite düşük olduğundan altın ve döviz kuru bizzat başkanlık tarafından kontrol ediliyordu. İlk kez Merkez Bankası kuruldu. Mevduatlar devlet güvencesine alındı. Bankacılık sisteminin düzeltilebilmesi için 500 kadar yeni düzenleme yapıldı. Reel sektörde de karlılığın arttırılmasına karar verildi. Devlet kendi kontrolü altında olmak kaydıyla sanayicilerin yüksek fiyat uygulamalarına izin verdi ve yine bu amaca uygun olarak üretim sınırlandı. Talep sorunun çözmek için de, devlet yüksek sayılabilecek bir düzeyde minimum reel ücretleri belirledi. Çalışma saatleri azaltılarak işsizlik sorunu çözülmeye çalışıldı. Tarımda da bir takım yeni programlamalar yapıldı. Ancak bu programlar bazı yönlerden birbirleriyle çelişir durumdaydı. Devlet bir taraftan fiyatları yüksek tutmak için üretim kotası koyarken diğer taraftan da ne üretirlerse üretsinler belli yükseklikte bir fiyata bunları almayı vaade ediyordu. Bu da çiftçilerin daha fazla üretim yapmak istemelerine neden oluyordu. Roosevelt’in devlet harcamaları politikası ise bir denge politikasıydı. Devlet müdahalesine karşı olan sanayicileri küstürmemek için özel sektörün ilgilenmediği büyük yatırımlar gerektiren alanlarda harcama yapılıyordu. Bu sektörlerde açılan iş alanlarıyla da işsizliğin azaltılmasına ve talebin arttırılarak düşük talep sorununun çözülmesine çalışılıyordu.

Genel anlamda “New Deal” progr***** bakıldığında çok da başarılı bir program olmadığı görüşü hâkimdir. Devlet harcamalarının ekonomiyi canlandırmaya yetmediği, devletin ekonomideki payının da artmadığı ve yeni yatırımların yetersiz kaldığı bilinir.

Bunalım Sonrasında Almanya
Depresyonu yenerek tam istihdama ulaşan ilk sanayi ülkesi, Almanya"dır. Almanya, enflasyonsuz orijinal finansman yöntemleriyle iç piyasayı canlandırmayı başarmıştır. Ancak dünya pazarları Almanya" nin ihracatına açık değildi. Alman fabrikalarına sürüm alanları temin etmek ve hammadde bulmak gerekiyordu. Güney Amerika, Orta Avrupa, Balkanlar ve Türkiye serbest dövizle mal almakta ve satmakta güçlük çekiyorlardı. Almanya, direkt serbest döviz transferi olmaksızın malın malla mübadelesini gerçekleştirmek imkânını sağlayan bir counter-trading mo****ni benimsedi serbest döviz piyasalarında ihracat mallarına uygun fiyatla alıcı bulamayan memleketlerin müşterisi durumuna geçti. Tarım ekonomilerinin ihracat mallarını yüksek bedelle satın aldı ve onlara kendi sanayi ürünlerini sattı. Planlama ve benzeri yöntemlere başvuran ABD ile Fransa gibi demokrasiler ılımlı çözümlere yönelirken, Almanya"da işsizler Nazi totalitarizminin çılgınlıklarına kapıldılar. Böylece bunalım, İkinci Dünya Savaşı"nın başlıca nedeni olacaktı.

Türkiye"ye Etkileri
Türkiye 1929 bunalımı karşısında, kalkınmasını sağlayabilmek için ihracat ve ithalatını artırmak zorundaydı, Türkiye Cumhuriyeti bunu sağlayabilmek için çeşitli politikalar izledi.

Türkiye 1933" de dış ödemelerde uygulamasına başlanan kliring ve takas sistemini uyguladı. Bilindiği gibi, kliring sistemi malını alanın, malını alma ilkesine dayanır. Bu sistemde ithalat ihracata bağlandığından, ihracat teşvik edilmiş olur. Nitekim Türk Hükümeti mümkün olduğu kadar bütün ülkelerle kliring ve takas anlaşması yapmaya çaba harcadı ve Türkiye ile ticaret ve ödeme anlaşması yapan ülkelerden, ithalata öncelik tanıdı. Ayrıca ihraç mallarının standardizasyonuna önem verilerek, ihracat bu yönden de teşvik edildi 10 /06/1930 tarih ve 1705 sayılı Kanun ile Hükümete tedbir alma yetkisi verilerek, ihraç edilen fındık ve yumurtadan başlayarak, ihraç mallarında kalite kontrolüne gidildi. Önceleri çeşitli merciler tarafından yürütülen bu iş 1934" te kurulan Türkofis" e devredildi. Ofise, kontrol ve teftiş görevi yanında piyasa araştırmaları yapma uluslar arası ticaret ve ödeme anlaşmalarını hazırlama görevi de verildi.

Halen dünyada yaşanmış olan en büyük kriz 1929 krizi’dir. Bu krizin dünyayı en az I. Ve II. Dünya Savaşları kadar etkiledigi de açıktır. Büyük bunalımın yol açtığı 1930’lar dünya tablosuna bakıldığında ekonomik krizlerin bazen insanlık tarihini etkileyecek boyutlara varabileceği rahatlıkla görülebilir. Bu yüzden ekonomik krizlere yalnızca ekonomik değil aynı zamanda sosyal hatta politik bir olgu olarak da bakılmalıdır.


İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEMDE AVRUPA’DA MEYDANA GELEN SİYASİ EKONOMİK VE SOSYAL GELİŞMELER (1918–1939)
Birinci Dünya Savaşı sonunda yapılan antlaşmalarla, Avrupa'nın ve dünyanın siyasi haritası ile güçler dengesi yeniden düzenlenmişti. Ancak Alman, Avusturya - Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları*nın yıkılması bir güçler boşluğu meydana getirmişti. Bu boşluğun, ye*nen devletler tarafından doldurulması sırasında yapılan, girişimler ise, yenen taraftan da olmak üzere, birçok devleti ve ulusu memnun et*memişti.
Bu nedenle, Büyük Devletlerin çıkarlarına göre yapılan antlaşmalar ve kurulan statü, bir düzen sağlamış görünmekle beraber, aslın*da uluslararası ilişkilerde birçok sorunu da beraberinde getirmişti. Bu*nun sonucu olarak, barışın ilk yıllarından itibaren sürekliliğini sağla*mak üzere, çeşitli önlemler alınmak istenmiştir. Buna rağmen, bu dö*nemde, özellikle 1930'lardan sonra gelişen olaylar 1939'da yeni bir genel savaşın çıkmasına neden olmuştur.

BARIŞIN SÜREKLİLİĞİNİ KORUMA ÇABALARI
Birinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda, Versailles Antlaşması (1919) ile barış yapılmış olmasına rağmen, Avrupa'nın siyasi yaşantı*sında gerçek ve sürekli bir durulma sağlanamadığından büyük bir ka*rarsızlık havası esiyordu
Almanya, ilk anlardan itibaren Versailles Antlaşması'nın kendi*sini bağlayan hükümlerden kurtulmak, için çalışmalara başlamıştı. Bu da, başta Fransa olmak üzere, diğer devletleri endişeye düşürdü.
Bu nedenle Fransa, savaştan elde ettiği çıkarları ve durumu, korumak için, yeni önlemler almak gereğini duymaya başladı. Özellikle Al*manya'nın, Birinci Dünya Savaşı'nda uğradığı kayıpların öcünü, kendisinden almasından çekiniyordu. Güvenliği açısından bu kaygıyı giderebilmek için, Almanya'ya karşı bir ittifaklar sistemi kurmak isti*yordu. İngiltere, savaştan en kârlı çıkan devlet olmakla beraber, savaş sırasında uğradığı kayıplarla, ekonomik sıkıntıya düşmüştü. Almanya ile Fransa arasında yeniden başlayan gelişmeleri de, Avrupa dengesi yönün*den 'kaygıyla izlemekteydi.
İtalya, barışın getirdiği çıkarlardan memnun kalmamıştı. Bu ne*denle Versailles Antlaşması'nın değiştirilmesini istiyordu. Amerika Birleşik Devletleri, savaştan sonra Avrupa'dan çekilerek yalnızcılık politikasına dönmüştü. Rusya da, rejim değişikliği dolayısıy*la, Avrupa devletleri grubundan bir süreden beri uzaklaşmıştı.
Fransa, bu genel hava içerisinde, daha 1919'da İngiltere ve Ameri*ka Birleşik Devletleri ile iki ittifak anlaşması imzaladı. Ancak İngiliz -Fransız anlaşması, 20 Kasım 1920'de onaylanmasına rağmen, Fransız -Amerikan anlaşması onaylanmadığından, bu ittifaklar geçersiz kaldı.
Bunun üzerine Fransa, 7 Eylül 1920'de Belçika, 19 Şubat 1921'de Polonya ve 25 Ocak 1924'te de Çekoslovakya ile ayrı ayrı ittifak anlaş*maları imzaladı. Böylece Küçük Antant'ı meydana getirdi. Ancak bun*lar da Fransa'ya istediği güveni vermedi. Bu da Locarno Antlaşmasına kadar sürdü. Bununla beraber, bu sıralarda Fransa ve diğer devletler, daha geniş anlamıyla dünya, barışın sürekliliği için gözlerini yeni bir uluslararası kuruluş olan Milletler Cemiyeti'ne çevirmişti.

a) MİLLETLER CEMİYETİNİN KURULUŞU
Paris Barış Konferansında, uluslararası barış ve güvenliği koru*mak bunların sürekliliğini sağlamak üzere, 28 Nisan 1919'da, bir Mil*letler Cemiyeti (Uluslar Kurumu) kurulması kararlaştırılmıştı. Otuz iki devlet ve dominyo*nun katıldığı Paris Barış Konferansı'nda ise, Milletler Cemiyeti'nin gerçekleşmesi için ayrı bir komisyon kurulmuştu. İşte bu çalışmaların sonucunda da Cemiyet ortaya çıkmıştı.
1932'de Türkiye Cumhuriyeti, örgüte katıldı. Cemiyet'in kuruluşunda 18 üyesi vardı. Bunların sayısı 1920'de 45'e, sonra da 59'a yükseldi.
Böylece savaştan sonra, uluslararası ilişkilerde önemli rol oynayacak ve barış için bir ümit kaynağı olan, geniş kapsamlı bir dünya örgütü ilk defa olarak meydana gelmiş oldu. Milletler Cemiyeti örgütüne bağlı olmak üzere bir de Lahey Uluslararası Daimi Adalet Divanı kuruldu. Bundan sonra, uluslar aralarındaki anlaşmazlıkların bu mahkeme aracılığıyla çözümlenmesi için bir takım sözleşmeler imzalanmaya başlandı. Bundan böyle Milletler Cemiyeti, uluslararası sorunların görüşüldüğü, çözüm beklendiği ve uluslararası ilişkilerde ağırlığı olan bir yer halini aldı.

b) LOCARNO ANTLAŞMASI
Fransa'nın, Milletler Cemiyeti'ne rağmen, Almanya'ya karşı güvensizliği sürmekteydi Locarno Antlaşmasının yapılması, bu güvensizliğin, bir sonucuydu.
Fransa, yukarıda belirtildiği gibi, Versailles Antlaşması ile saptanan sınırları Almanya'nın kabul etmeyeceğini ve ilk fırsatta bunu karşı harekete geçeceğinden kuşkulanıyordu. Bu nedenle de İngiltere ile ittifak yapmak istemiş, fakat bunda başarı sağlayamamıştı. Buna karşılık, Almanya'nın sınırlarının değişmeyeceği hakkında güvenceler istemekteydi. Gerçi Almanya, Fransa ve Belçika sınırlarını kabul etmeye hazır olduğunu belli etmişti. Ancak doğu sınırını, yani Polonya sınırını kabul etmeye yanaşmıyordu. Polonya ise, Fransa'nın müttefikiydi ve Fransa'nın güvenliğinin bir parçası sayılıyordu. İngiltere de Avrupa güvenliği için dengenin bozulmasını istemiyordu.
Bu tarihlerde Almanya da, tamirat ve tazminat sorununda Fransa ile iyi ilişkiler kurarak, kolaylıklar sağlamak istiyordu. Bu nedenle Alman Hükümeti, Şubat 1925'te, Fransa'ya bir nota göndererek, bir karşılıklı güvenlik paktı kurulmasını önerdi. Böylece, Fransa İle Almanya arasındaki ilişkilerde, bir yumuşama başladı.
Bunun üzerine Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya arasında, 5 Ekim 1925'te, Locarno'da bir konferans toplandı. Görüşmeler sonunda, 16 Ekim 1925'te, Locarno Antlaşması hazırlandı ve bu, 1 Aralık 1925'te, Londra'da imzalandı.
Konferansa katılan devletleri savaştan korumak ve bu devletler arasında çıkacak her türlü anlaşmazlığı barış yoluyla çözümlemek ama*cıyla yapıldığı belirtilen Locarno Antlaşmasına göre :
1) Almanya, batı sınırlarının, yani Fransa ve Belçika sınırlarının kesin ve sürekli olduğunu kabul ediyordu. Bu konuda bir an*laşmazlık çıkarsa kuvvete başvurulmayacak, sorun Milletler Cemiyeti'ne götürülecekti. İngiltere ve İtalya da bu statünün kefili olacaklardı.
2) Bütün anlaşmazlıklar barış yoluyla çözümlenecekti.
3) Bu Antlaşma; Almanya, Milletler Cemiyeti'ne üye olur olmaz yürürlüğe girecekti.

Görüldüğü gibi, Locarno Antlaşması ile Almanya, batı sınırlarının sürekli olduğunu kabul etmekte, ancak doğu, yani Polonya ve Çekos*lovakya sınırları için böyle bir güvence vermemekteydi.
Bu nedenle de Fransa, bu iki devletle aynı anda ikili Antlaşmalar imzalayarak, bun*lara yardım yapmayı vaat etti. Böylece de Fransa, kendi sınırları hak*kında Almanya ile anlaşmaya varırken, Polonya ve Çekoslovakya sınır*ları dolayısıyla, yine Almanya ile bir anlaşmazlık" içerisine düşmüş bulu*nuyordu. Bu da Locarno Antlaşması'nın zayıf yanını meydana getiri*yordu.
Bununla beraber Almanya, Locarno Antlaşması ile yeniden ulus*lararası işbirliğine girmiş oldu. Alsace - Lorraine'den kesin olarak vaz*geçtiğini dolaylı olarak kabul etti. Antlaşmalardan hemen sonra da, 1926'da, Milletler Cemiyeti'ne üye oldu ve böylece yeniden Avrupa büyük devletleri arasına eşit koşullarla girmiş bulundu. Bu suretle, Avrupa'da yeni bir dönem başlamış oldu. Bu antlaşmayla kıtada siyasi gerginlik azaldı. Fakat bu da uzun sürmedi.

C) BRİAND VE KELLOG PAKTI
Fransa, bu gelişmeler karşısında, Avrupa'da durumunu güçlen*dirmek için, Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerini sıklaştırmaya yöneldi. 1927'de de, bu devlete, aralarında hiçbir zaman savaş etmeye*ceklerine dair bir ebedi barış pakta yapılmasını önerdi.

Amerika Birleşik Devletleri, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ye*niden Monroe politikasına dönmüştü. Fransa'nın önerisi ise, onu yeni*den Avrupa sorunlarına çekecek nitelikteydi. Bu bakımdan öneriye ya*naşmadı. Buna karşılık Amerika Dışişleri Bakanı Kellogg, Fransa'ya verdiği cevapta, Amerika'mın sadece Fransa ile değil, bütün dünya dev*letleriyle böyle bir paktın yapılmasından ve savaşın kanun dışı ilan edil*mesinden yana olduğunu bildirdi.

Bu öneri ise, Fransa'nın Avrupa'daki müttefiklerine karşı yüklen*diği yükümlülüklerle çelişiyordu. Çünkü Fransa, gerektiğinde mütte*fiklerine yardım yapmayı anlaşmalarla kabul etmişti. Hiç savaş etme*yeceğini kabul ederse, bunları yerine getiremeyecekti. Bu nedenle Fran*sa, Amerika'nın bu önerisi karşısında durakladı. Bundan sonra Fransa Dışişleri Bakanı Briand ile Kellogg arasında diplomatik yazışmalar baş*ladı.

Kellogg, bu durum sürerken, Fransa'yı bir tarafa bırakarak, büyük devletlere, yani İngiltere, Almanya, İtalya ve Japon*ya'ya bildirdi ve bunlarla görüşmelere başladı. Bu öneriyi Almanya, İtal*ya ve Japonya derhal kabul ettiler. Sonuçta Fransa ve İngiltere de bun*lara bazı koşullarla katıldı.

Bunun üzerine 27 Ağustos 1928'de Paris'te, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Almanya, İtalya, Japonya, Polonya, Çekoslovakya ve Belçika arasında Kellogg Paktı imzalandı. Bundan sonra bütün devlet*ler pakta katılmaya davet edildi. Nitekim aynı yıl içerisinde Pakta, Sovyetler Birliği ve Türkiye (resmi olarak 8 Temmuz 1929'da) de dahil, belli başlı bütün devletler katıldılar. Bu Antlaşmaya göre:

1) Taraflar, uluslararası anlaşmazlıkların çözümlenmesi için sa*vaşa başvurmayı kınadıklarını ve savaşı birbirleri ile ilişkile*rinde ulusal siyasetin bir aracı olarak kabul etmediklerini ve savaştan vazgeçtiklerini, ulusları adına resmen açıkladılar.

2) İmzası olan devletler, niteliği ve kökeni ne olursa olsun, ara*larındaki anlaşmazlıkların çözümlenmesi için, yalnız barış yol*larına başvurmayı kabul ettiler

Böylece Kellogg Paktı ile, savunmaya dayanmayan savaş kanun dışı sayılmış ve devletlerarası ilişkilerde barışçı yollara başvurulması esas alınmıştır. Bu suretle de dünyada bir barış havası sağlanmak isten*miştir.

Ancak, barışın sürekliliğimi sağlamak amacıyla yapılan Kellogg Paktı ve daha önce kurulmuş olan Milletler Cemiyeti, bundan sonra baş gösteren uluslararası anlaşmazlıklara pratik bir çözüm getirememiş, biraz sonra da, yeni bir dünya savaşının çıkmasını önleyememiştir.





D. BÜYÜK DEVLETLERDE REJİM DEĞİŞİKLİKLERİ VE DIŞ POLİTİKALARI
1. İtalya’da Faşizm
Birinci Dünya Savaşı'na büyük ümitlerle giren İtalya, yenen dev*letlerden olmasına rağmen, savaştan yorgun çıkmış ve savaş sonunda yapılan Antlaşmalardan da istediklerinin çoğuna kavuşamamıştı. Bu ise İtalyan 'kamuoyunda müttefiklerine 'karşı bir kırgınlık ve kızgınlık yaratmıştı. Bu kızgınlık, savaşın getirdiği maddi ve manevi kayıpların da etkisiyle çoğalarak, İtalya'da devlet otoritesinin zayıflamasına neden olmuştu." Savaş, ekonomik hayatta da büyük sarsıntı yapmıştı. Ekonominin içine düştüğü durumdan dolayı, işsiz*liğe bir türlü çare bulunamıyordu. Sayıları 500.000'e varan asker ka*çakları ise, ayrı bir sorun olmuştu. Bütün bunlar İtalyanların maddi ve manevi dağınıklık ve yılgınlık içine düşmesine neden oluyordu. Bu du*rumda bir iç savaşın çıkmasından korkuluyordu.

İtalya'daki bu durum, 1919'da kurulmuş olan Benito Mussolini li*derliğindeki Faşist Partisi'nin işine yaradı. 1921 yılında yapılan seçim*lerde Faşistler 35 milletvekili çıkardılar ve bundan sonra daha çok taraf*tar kazanmaya başladılar. İtalya'daki iç çekişmeler, koyu ulusçuluk po*litikasına dayanan ve Paris Barış Konferansı'nda küçük düşürülen İtal*ya'yı güçlendireceğini, Roma İmparatorluğu'nu yeniden kuracağını vaat eden Faşist Partisi'ni daha da güçlendirdi. Bunun üzerine Mussolini'nin yönetimindeki Faşistler, İtalya'yı bu karışık durumdan ve komünizmden korumak için mü*cadeleye giriştiler. Ağustos 1922'de işçilerin genel greve gitmeleri üze*rine, 28 Ekim 1922'de, Mussolini yönetiminde Faşist Partisi Roma üzerine yürüdü. Hükümet, çekilmek zo*runda kaldı. Kral III. Vittori Emanuel de, 30 Ekim 1922'de, 'Başbakan*lığa Mussolini'yi getirdi. Böylece İtalya'da Faşist yönetim kurulmuş oldu.
Aşırı ulusçuluğu esas alan Faşist yönetim, kısa süre sonra demok*rasiyi kaldırdı. Ülkedeki diğer ırklardan olanları zorla İtalyanlaştırmaya çalıştı. Dış politikada ise, Akdeniz çevresinde sömürge kurmaya, yani emperyalizme yöneldi. Mussolini, Akdeniz'e «Bizim Deniz» (mare nostrum) diyordu ve Roma İmparatorluğu'nu yeniden meydana getir*mek istiyordu.
İtalya'nın bu yeni yayılma ve genişleme politikası, çevresindeki ve Doğu Akdeniz ülkelerinde huzursuzluk yarattı. Bu arada İtalya, Yugos*lavya ve Yunanistan ile toprak yüzünden anlaşmazlığa düştü. 1927 yı*lında Arnavutluk devletini koruyuculuğu altına aldı. Mussolini'nin Ana*dolu'yu da yayılma alanı içine alma düşüncesi, Türk - İtalyan ilişkile*rinde soğukluk yarattı. İtalya'nın bu politikası, 1934'te Balkan Paktı'nın kurulmasında önemli rol oynadı. Diğer taraftan İtalya, Ortadoğu'ya sokulmaya çalıştı ve Habeşistan'a el attı. Batıda ise, özellikle Fransa ile diğer sorunların yanı sıra Kuzey Afrika, daha geniş anlamda, Ak*deniz egemenliği nedeniyle çekişmeye başladı.

2. Almanya'da Nazi İktidarı:
Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Almanya, daha savaşın son*larında büyük iç sorunlarla karşı karşıya kalmıştı. Bu arada, 1918 Kasım ayı başlarında askeri bir ayaklanma olmuş, 9 Kasım 1918’de İm*paratorluğa son verilerek, Cumhuriyet ilan edilmiş ve 11 Kasımda da mütareke imzalanmıştı. Bundan sonra Almanya'daki iç karışıklıklar daha da çoğalmıştı. Grevler, ayaklanmalar sürüyordu. Böylece Alman*ya, iç politika ve ekonomik yönlerden tam bir kargaşa ve çöküntü içine düşmüştü. Ülke bu durumda iken, 28 Haziran 1919'da, Versailles Antlaşması imzalandı. Bunun getirdiği ağır koşullar, Almanya'nın iç düze*nindeki bunalımı daha da çoğalttı. Bu Antlaşma, sağ ve soldaki bütün Alman kamuoyu tarafından tepkiyle karşılandı.

Almanya'da Cumhuriyetin ilk yıllarında sol akım güçlüydü. Ancak. özellikle Versailles Antlaşmasının meydana getirdiği tepki, Cumhuri*yetin iç ve dış politikadaki başarısızlıkları, ekonomik durumun bozuk*luğu, işsizlik sorunu ve huzursuzluğun gittikçe çoğalması, sağ akımın güçlenmesine neden oldu. Bu arada Fransızlar da, 1923 yılında, Alman*ların savaş tazminatı ödemeyişlerini bahane ederek Rhur bölgesini işgal ettiler. Bu da Versailles Antlaşmasına duyulan tepkiyi daha çoğalttı. İşte Almanya böyle bir ortamda bulunurken, Nasyonal - Sosyalist Parti (Nazi Partisi) iktidara geldi. Bundan sonraki gelişmeler ise, İkinci Dün*ya Savaşı'nın çıkmasına yol açan önemli nedenleri ortaya çıkardı.

Nazi Partisi'nin başlangıcını, 1918'de Münih'te kurulmuş olan Al*man İşçi Partisi teşkil eder. 1919 yılında Adolf Hitler'in üye olması ve liderliğini ele alması bu partiyi kısa zamanda geliştirdi. Parti, 1920'de Nasyonal - Sosyalist Alman İşçi Partisi adını aldı. Almanların o tarihlerdeki duygularından yararlanan Hitler, aşırı sağcı ucu temsil ederek, örgütlenmeye ve taraftar kazanmaya başladı. İşsizliğe çare bulunacağını vaat ederek ve Yahudi düşmanlığını körükleyerek güçlenmekte devam etti. Bu sıralarda, Versailles Antlaşması'nın Alman bütçesine yüklediği savaş tazminatı, ülkenin ekonomik durumunu daha da fenalaştırdığından, bu Antlaşma, diğer getirdikleriyle birlikte şimşekleri üzerine çekmekte devam ediyordu. Nazi Partisi ise, başlangıçtan beri Versailles Antlaşması'nın karşısında olup bunun kaldırılmasını istiyordu ve bu yön*den de propagandasını sürdürüyordu.

Nazi Partisi, 1930 seçimlerinde altı buçuk milyon oy alarak, 107 milletvekili çıkartarak büyük bir başarı sağladı. 1932 seçimlerinde ise Alman Parlamentosu(Reichstag)'nun 608 üyeliğinden 230'unu kazana*rak, ülkenin en büyük partisi haline geldi. Bundan sonra meydana ge*len bazı gelişmelerin üzerine de Cumhurbaşkanı Hindenburg, 30 Ocak 1933'te, başbakanlığa Hitler'i atadı. Böylece Nazi Partisi iktidara gel*miş oldu.



Bundan sonra Hitler, meclisi feshederek seçimlere gitti. Ancak, 1933 Mart ayında yapılan seçimlerde Nazi Partisi yine çoğunluğu sağla*yamadı. Bununla beraber Hitler, baskı ile Reichstag'dan dört yıl süreyle olağanüstü yetkiler aldı. Bununla, tam anlamıyla bir diktatörlük yöne*timi kurmak için harekete geçti. İlk iş olarak da diğer partileri kapattı. Alman ulusunun ekonomik, kültürel ve sosyal hayatım kontrol altına aldı.
Hitler, döneminde dış politikasında ise, Versailles ve St. Germain Antlaşmalarının kaldırılmasını, Almanya'nın sınırları dışında kalmış bulunan bütün Almanların birleştirilmesini ve bir tek devlet altında toplanmasını, «Hayat alanı» (Bu, Nazi emperya*lizminin adı idi) elde etmeyi esas almıştı.
Nitekim Hitler, Almanya içte yeniden güçlenmeye başlayınca, dışta da aktif bir politika izlemeye başladı. Versailles Antlaşmasının koyduğu sınırlayıcı durumu or*tadan kaldırdı. Arkasından, askersiz alan olan Ren bölgesini işgal etti.
Almanya'nın, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan dengeyi bu şekilde zorlamaya ve değiştirmeye yönelmesi, bu dengenin ve statüko*nun (Mevcut durum) sürmesinde yararı olan diğer devletleri Almanya'ya karşı harekete geçirdi Bu da, devletlerarası yeni ve önemli sorunlar ile anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına neden oldu.


1923–1939 TÜRK DIŞ POLİTİKASI
A- 1923–30 YILLARI ARASI: Bu dönemde Lozan’dan kalan sorunların çözülmesine çalışılmıştır.

1. Musul Meselesi
. Musul Misak-ı Milliye göre sınırlarımız içinde olmasına rağmen bu mesele Lozan’da çözümlenemedi. İngiliz ve Türk heyetleri 1924’te Haliç Konferansı ile İstanbul’da görüşmelere başladı. İngiltere Hakkari vilayetinin de Irak sınırları içinde olduğunu ileri sürdü. Sorun Milletler Cemiyetine götürüldü. Lahey Adalet Divanında görüşülen Musul Sorunu İngilizlerin isteklerine göre ele alındığından çözümlenemedi. İngiltere Musul meselesinde kârlı çıkabilmek ve Türkiye’nin askeri harekâtını engelleyebilmek için Şeyh Sait ayaklanmasını destekledi. Şeyh Sait Ayaklanması Türkiye’nin harekât kabiliyetini sınırlayınca taraflar arasında 5 Haziran 1926’da Ankara Antlaşması imzalandı. Buna göre
1. Musul Irak’a verilecek, Hakkâri Türkiye’de kalacak. 2. Irak petrol gelirlerinin % 10’nu 25 yıl süre ile Türkiye’ye verecek.(Bu hisse 500.000 sterline terk edildi.) 3. Türkiye Irak sınırı son şeklini aldı.

2. Yabancı Okullar, Dış Borçlar, Adana-Mersin Demiryolu Anlaşmazlığı (Fransa ile olan sorunlar)
. Tevhid-i Tedrisat ile bütün okullar M.E. B.’e bağlandı. 1926 yılında çıkarılan Maarif Teşkilatı kanunu ile yabancı okullardaki Tarih, Coğrafya ve Türkçe derslerinin Türk öğretmenler tarafından okutulması ve Türk müfettişlerce denetlenmesi karara bağlandı. Başta Fransa olmak üzere bazı Avrupa Devletleri ve Papalık bu karara karşı çıktı. Türkiye özellikle Fransa’ya Yabancı Okullar meselesinin kendi iç sorunu olduğunu ileri sürmüş, yabancı devletlerle görüşmeyi reddetmiş ve yabancı okullar sorunu çözümlenmiştir.
. Lozan Antlaşmasında Osmanlı Devleti’nin borçlarının nasıl ödeneceği karara bağlanmıştı. 1928’te Fransızlarla bir antlaşma yapılarak ödenecek borç miktarı ve şekli belirlendi. Türkiye’nin üzerine düşen borcun ödemesi 1982 yılına kadar devam etmiştir.
. Adana-Mersin demiryolu bir Fransız şirketi tarafından idare ediliyordu. Bu durum bağımsızlığa aykırı idi. Türkiye kapitülasyonların izlerini silmek için bu demiryolunu satın almıştır.

3. Nüfus Mübadelesi
. Lozan Antlaşmasına göre; Türkiye içerisindeki Rumlarla, Yunanistan’daki Türkler karşılıklı yer değiştirecekti. (Batı Trakya’daki Türkler ile İstanbul’daki Rumlar hariç) Fakat Yunanistan, İstanbul’da daha fazla Rum bırakmak isteyince olay Lahey Adalet Divanına götürüldü. Buna rağmen kesin çözüme kavuşturulamadı. Tarafların karşılıklı birbirlerinin mallarına el koymaları üzerine 1926’da bir antlaşma imzalandı. 10 Haziran 1930 tarihinde yapılan antlaşma ile Türk-Yunan sorunu ortadan kalkmış, daha sonra da Venizolos’un Türkiye’ye yaptığı ziyaretle bu dostluk pekişmiştir. Bu antlaşma ve yakınlaşma balkan Antantının yapılmasına ortam hazırlamıştır.
. Türkiye ile Yunanistan arasında ortaya çıkan bir diğer uyuşmazlık da İstanbul’da ikamet eden Ortodoks Kilisesi Patriği sorunudur. Türkiye bu patriği ülke dışına çıkarmak istemiş, ancak Yunan ve batı dünyasından tepki almıştır. Sonradan varılan antlaşmaya göre patriğin politikaya karışmaması şartıyla İstanbul’da kalmasına izin verilmiştir.
NOT: Türk-Yunan ilişkileri aksamadan ve bozulmadan 1954 yılına kadar sürdü. Kıbrıs sorununun ortaya çıkması ile bozuldu.

4. Türkiye-Faşist İtalya
. İki ülke arasında 1928’te Tarafsızlık ve Uzlaşma antlaşması imzalandı. Ancak İtalya’da Faşizmin egemen olması ve İtalya’nı yayılmacı politikası Türk İtalyan ilişkilerini zayıflatmıştır.

5. Türkiye-SSCB
. Musul sorunu Türkiye ile İngiltere’yi karşı karşıya getirmiş, Türkiye ile SSCB’yi birbirine yakınlaştırmıştır. Bu yakınlaşma 17 Aralık 1925 Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşmasının imzalanması ile olmuştur. 3 yıl süre için imzalanan antlaşma ile taraflar birbirlerine saldırmayacak, taraflardan birine yöneltilen bir askeri harekât halinde diğer devlet tarafsız kalacak 1923 -30 yılları arasında Türk-Sovyet ilişkileri dostane bir şekilde devam etmekle birlikte Sovyetler Birliği bu tarihten sonra Türkiye’nin dayandığı tek büyük devlet olmaktan yavaş yavaş çıkmaya başlamıştır.

6. Doğulu Devletlerle İlişkiler
. 2 Mayıs 1928’de Ankara’da Türk-Afgan Dostluk ve İşbirliği antlaşması imzalandı.
. Türk-İran arasında sınır uyuşmazlıklarını halletmek için 22 Nisan 1926’da Güvenlik ve Dostluk antlaşması imzalandı.
NOT: Bu devrede Türkiye harbi kanun dışı sayan Briand ve Kellogg Paktına katılmış, milletler arası alanda barış politikasının hararetli savunucusu olmuştur.





B–1930–39 DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI
. Bazı devletlerin yayılmacı politikası, Türkiye’yi bazı tedbirler almaya yöneltmiştir.
1. Milletler Cemiyetine Giriş (18 Temmuz 1932)
. Milletler Cemiyeti I. Dünya Savaşından sonra Paris barış konferansında A.B.D. başkanı Wilson’un isteği üzerine kurulmuştu. Cemiyetin temel amacı dünya barışının devamını sağlamak ve uluslar arası anlaşmazlıkları çözmekti. İspanya’nın teklifi ile Türkiye cemiyete üye olmuş; 1934’te konsey üyeliğine seçilmiştir.

2. Balkan Antantı (9 Şubat 1934)
. II. Dünya Savaşı öncesinde İtalya ve Almanya’nın yayılmacıpolitika izlemeleri ve silahlanmaları üzerine balkan devletlerinin sınırlarını güvence altına almak için oluşturdukları topluluktur. Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya katılmıştır. Bu ülkeler birbirlerinin sınırlarını koruyacak ve aralarında gizli antlaşma yapmayacaklardı. Bu antant ile Türkiye sınırını güvence altına almış oldu. NOT: Bulgaristan yayılmacı politikası nedeniyle bu pakta katılmadı. II. Dünya Savaşının başlamasıyla geçerliliğini yitirdi.

3. Montrö Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)
. Boğazların yönetimi, Lozan Antlaşmasına göre Türklerin başkanlığındaki bir komisyona bırakılmıştı. Boğazlar komisyonunun diğer üyeleri ise İngiltere, Japonya, Fransa ve İtalya idi. Ancak dünya barışını tehdit eden olaylar nedeniyle Türkiye Milletler Cemiyetine başvurarak boğazların idaresinin tamamen kendisine verilmesini istedi.
Nedenleri
. Boğazların silahsız olması
. Milletler Cemiyetinin, boğazların güvenliği hakkında verdiği garantinin yetersiz olması.
. İtalya ve Almanya’nın yayılmacı politikaları
Sonuç:
1. Milletler Cemiyeti 20 Temmuz 1936’da boğazların yönetimini tamamen Türkiye’ye verdi. Böylece boğazlarda Türk hâkimiyeti tamamen sağlanmış oldu.
2. Türkiye boğazların her iki tarafını silahlandırabilecekti.
3. Ticaret gemileri rahatça geçebilecek. Savaş zamanında boğazlar kapatılacak. Savaş gemilerinin geçişi belli şartlara göre olacak
4. 20 yıl süre ile geçerlidir. ( bu süre günümüze kadar uzatılmıştır.)
NOT: Milli hâkimiyeti sınırlandıran engel ortadan kalmıştır. Bu antlaşma sonrası Rusya ile ilişkiler bozulurken İngiltere ile yakınlaşma gerçekleşmiştir.

4. Sadabat Paktı (8 Temmuz 1937)
. 1935’te İtalya’nı Habeşistan’a saldırması Doğu Akdeniz’de güvenliğitehlikeye düşürmüştü. Bu gelişme üzerine Türkiye, İran, Irak ve Afganistan ile Sadabat Paktını imzaladı.
Sonuç
1. Dört devlet dostluk ilişkilerini devam ettireceklerini, Milletler Cemiyeti ile Kellog Paktına bağlı kalacaklarını birbirlerinin iç işlerine karışmayacaklarını, birbirlerine karşı saldırıda bulunmamayı, hudutların korunmasını taahhüt etmişlerdir.
NOT: Balkan Antantı ile batı sınırımız, Sadabat Paktı ile doğu sınırımız güvence altına alınmıştır.

5. Hatay’ın Anavatana Katılması (30 Nisan 1939)
. 1921 Ankara Antlaşması ile Hatay, Fransız himayesinde özerk (iç işlerinde serbest) bir yönetime kavuştu.
1936’da Suriye’nin bağımsızlığına kavuşmasıyla Hatay sorunu tekrar ortaya çıktı. Hatay Millet Cemiyetinin gözetiminde yapılan seçimler sonucu 1938’de Hatay Bağımsız Devleti kuruldu. 10 aylık bağımsızlıktan sonra Hatay Meclisi Türkiye’ye katılma kararı aldı.
NOT: Atatürk dönemi dış politikasının en son gerçekleşen olayıdır. Büyük devletler II. Dünya Savaşı ile uğraştıklarından bu olaya karışamadılar.
NOT: Hatay; Misak-ı Milli karaları doğrultusunda sınırlarımıza dâhil edilen son toprak parçasıdır.

6. Türkiye-Almanya
Türk-Alman ilişkileri 1936 yılına kadar özellikle ekonomik alanda gelişerek devam etmiştir. Ancak Almanya’nın ilk önce Avusturya’yı ilhakı sonrasında Çekoslovakya’dan Südet bölgesini koparması ve yayılmacı politikasına devam etmesi (Hayat Sahası: Hitlerin ele geçirmek istediği yerler) Balkanlarda kurulmuş olan Balkan Antantını zayıflatmaya başlamıştı. Bu sebeplerden dolayı iyi olan Türk-Alman ilişkileri zayıflamaya başlamıştır.


UZUNKÖPRÜ LİSESİ TARİH ÖĞR.
HAKAN KAŞKAVAL



 
  Bugün 21 ziyaretçi (165 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol